6 Eylül 2013 Cuma
ÖLÜM 7: Yanlış Kadınlar Tuvaleti (Devam 2)
KADINI SEVMELİ Mİ?
-Daha önce yazdığın kitapları merak ediyorum onlar da aldatılmışlık, kadınları sevememezlik güvenememezlik üzerine mi?
-Aldatılmışlık, kadınları sevememezlik güvenememezlik üzerine mi?
Bunu nerden çıkardın?
-Hissettim diyelim kadınları sevmiyorsun bu belli ve sebebi olmalı.
-Böyle konuşan bir kadını sevmeli mi!
-Beni sevme sevmen de gerekmiyor ama düşüncelerimi, sohbetimi sevdin.
-Bunu nerden çıkardın peki!!!
-Yine hissettim diyelim........
-Hep böyle hissedersen düşüncelerini nerden bilicem. Demişsin ya düşüncelerini sevmişim...
-İnsan konuşmak istemediği birisiyle kadın erkek fark etmez ASLA KONUŞMAZ.
-Bir insan konuşmak istemediği birini nasıl bilebilir!!!! Hislerle diyeceksin... O yüzden de bu insanlar asla kendilerine göre birini bulamayacaklar... Bu dünyada hisleri gerçekten gelişkin insan sayısı bir elin parmaklarını geçmez... (Benim elim olacak ama.)
-Bu insanlara sen de dahilsin ama unutma.
-Bunu nerden çıkardın!!!
Bu insana laf anlatabilir misiniz...
Ne kadar vasat “hisleri” olduğunu anlatabilir misiniz...
Hep ne oldu: Bir metnimi eleştirenleri, metnimin başına gönderdim...
Bir metne gelen eleştiriye cevap zaten metnin içinde bulunuyorsa...
Okumamış olduklarını anladılar mı...
Romanım Hayat’da okuyacaksınız:
-Kadınları ikincil mi görüyorsun?
-Evet, ama erkekleri de üçüncül görüyorum.
-Birinci kim peki?
Sen de diğer erkekler gibisin, diye bana yüklenen bir kadına, yanımızdaki bir arkadaşım, ki kendisi de kadındı, "Murat'ı başkalarıyla karıştırma" demişti...
"Nedenmiş o" dediğinde de...
"Benzemez çünkü..." diye eklemişti...
Susmuştu o freni patlamış kamyon gibi üzerime gelen kadın...
“Sana inanmam için senden bir tane daha olması lazım...” demişti bir sevgilim...
Tanrınınkinden zor durum.
Bir “iyi” okur örneği daha:
Önce şunu yazıyor: “Yazılarınızı okudum. Bir kısmını çooookk beğenirken, bir kısmı ile ilgili de çok ciddi soru işaretleri yaşadım. Terkidi yar ve ding dong yazılarınızdaki kadınlarla ilgili alıp veremedikleriniz beni şaşırttı.”
Sonra şunu: “Tebrik ederim. 20 kadar yazı okudum ve sadece ilk ikisi kafamı karıştırmıştı. Hala da merak içindeyim. Acaba gerçekten kadınlara bakışında böylesi bir çarpıklık var mı diye? Zira, diğer konulardaki yazılarına bayıldım. Ama diğer iki yazıdaki hisler senin hislerinse ne yazarsan yaz yazılarına bayılmam...”
“Kadınlarla ilgili alıp veremedikleriniz” ve “kadınlara bakışında böylesi bir çarpıklık var mı” söyleyişlerinin “kaba” olduğunu söylüyorum. Beğenmediği metinlerde, ona uymayanın ne olduğunu söylemediğini söylüyorum: “Sanki senin bir düşüncen var ve o zaten genel doğrudur, herkes de tüm kadınlar da bunu bilir, diye düşünüyorsun, böylece benim bakışımdaki çarpıklık(!), kadınlarla ilgili alıp veremediklerim(!) rahatlıkla görülebilir, diye düşünüyorsun.”
Bunun üzerine şunu diyor: “İyi bir yazar olabilirsin ama okuduklarını anladığın konusunda ciddi şüphe duydum.”
Bu da bir tarz artık: Yazarsın sen bilirsin diyorlar, sonra da hayır o konuda çok yanılıyorsun diye devam edebiliyorlar.
“O konuda” onlardan yüz kez fazla düşündüğümü, on kez fazla yazdığımı söylüyorum…
O zaman da ukala yazar oluyorum!
"SİS"LERİN İÇİNDEN CA'ANIM, KOŞARAK KOŞARAK...
“Sanırım ben onu çoktan arıyordum. Ben onu arıya durayım, işte o kendisi çıkageldi karşıma. Bir keşif değil mi bu? Bir insan aradığı bir şeyle karşılaşırsa bu, o şeyin, bu arayışı hissederek o insana doğru ilerlemesi, gelmesi değil midir? Amerika, Columbus’u aramış olamaz mı? Sakın, Eugenia beni aramak için görünmüş olmasın?” (Unamuno : Sis)
Keşfedilmeyi beklemez gerçek bir kadın...
Çünkü bilir ki, beklerse, Amerika gibi, keşfeden Ameriga Vespucci olduğu ve ona adını verdiği halde, herkes Kristof Kolomb'u anacaktır, ona Hindistan’mış gibi davranan birini...
Gerçekte bir kadın, kendine davranılmasını istediği şekilde davranılmasını sağlayandır...
Erkeklerden üstün yanı, yani.
KRALİÇE ÇIPLAK
“Kraliçeler, kraliçeler. Diğer kadınlar gibi soyun onları da. Kraliçe falan kalmaz ortada.” (Kleopatra’dan.)
Üzerindekileri yırtarcasına çıkartarak soydular onu. Kraliçeliğinin palavra olduğunu göstermek için… Onu çıplak gören ilk şövalye gözlerini iri iri açarak “Kraliçem” diye haykırıp korkuyla yere attı kendini. İkincisi kraliçelere layık şeyi yaptı, ayaklarına kapandı… Ancak üçüncüsü akıl edebildi, pelerinini çıplak vücuduna sarıp kraliçeliğini gizlemeyi…
HİÇ KİMSENİN HAVVASI
“Artık çalışma, evlen benimle, bu sıkıntılarının sonu olur.”
Bir iş sözleşmesinden kadını kurtarmak için ona bir evlilik sözleşmesi sunmak!
Erkek, kendisinin olması karşılığında sıkıntılarına son verecek kadının!
Bir patrondan kurtulup başka bir patrona kapılmak!
Aşkınızın bedelini ömür boyu birinin sahibiniz olmasıyla ödemek!
Amelie Nothomb’un, ‘Ne Adem Ne Havva’ adlı romanındaki, çok kibar Japon erkeğin teklifi bu.
Kız -hiç kimsenin Havvası- kabul etmiyor teklifi, özgür kalmak için.
Teklifteki çıkarcılığı fark ettiğinden değil…
KURBAĞA KRALLIK
*
Hulki Aktunç bir deyişimizi aktarıyor:
“Ana bir bacı iki gerisine çal siki.”
Sonra da harika bir yorum getiriyor:
Anasını ve bacısını kendisinden korumaktadır…
*
Alain Delon, korumasına:
“Bana karşı bir şey yaparsan seni affedebilirim, karımla yatarsan öldürürüm.”
Ve öldürüyor.
Karısına ne yaptığı yok bilgiler arasında!
*
Bir internet sitesindeki erkek profilinden:
“Kadınlar serserilerle yatar, beyefendilerle evlenirler…”
Kendini beyefendi yerine koyduğu anlaşılıyor, diğer yazdıklarından…
Böylece anlıyoruz ki, bu beyefendiye göre evliliklerin çoğu, orospularla beyefendiler arasında gerçekleşiyor…
*
“(…) kendi kendimi inandırmaya çalıştım ki, bir kadını sevmenin tek yolu, onu başka erkeklerin nasıl sevdiğini bilmektir, onun hakkında neler söylediklerini, onların ne tipte kişiler olduğunu öğrenmektir.” (Carlos Fauntes - Diana)
Yani:
-Ne tür kadınlardan hoşlanırsın?
-Başka erkeklerin de hoşlandığı kadınlardan.
*
-Ne tür kadınlardan hoşlanırsın?
-Benden hoşlanan kadınlardan.
*
-Ne tür kadınlardan hoşlanırsın?
-Bir kadından hoşlanırsam her şeyinden hoşlanırım.
*
-Ne tür kadınlarla ilgileniyorsun?
-Bir kadınla ilgilenirsem ilgilenirim. Yani bir kadının benle ilgilenip ilgilenmediğiyle ilgilenmiyorum.
ERKEK CEHENNEMİ
Öbür dünya... İnsanlar iki kapının önünde bekleşiyorlar. Birinci kapıdan bakıyorsun... İçeride birbirinden farklı özelliklerde yüzlerce güzel kadın... İşte senin cennetin...
İkinci kapı... Tek bir kadın görüyorsun... Bir zamanlar terk ettiğin... Aldatarak terk ettiğin... Ya da terk etmeden aldattığın... İşte senin cehennemin...
Dünyada hiçbir kadını aldatmamış bir erkek, öbür dünyada tüm kadınlara sahip olacak... Birisini aldatmışsa, onunla yetinmek zorunda kalacak...
O zaman... Cehennemde tek bir kadınla yetinmemek için çalışmak (aldatmak), bir yaşam felsefesi...
O zaman sen... Cennetinde tüm kadınlara sahip olmak için dünyada tek bir kadınla yetinenlerden misin... Yoksa dünyada aldatacağın kadınlara cehenneminde nasılsa geri döneceğini bilerek aldatmaya devam edenlerden mi...
Hı?..
ADAM OLAMAMIŞ KADINLAR, KADIN OLAMAMIŞ ADAMLAR
Tanrı ile sohbet’ten:
“Erkek olmak sınırların testini yapabilmektir. Yeterince uzun süre erkek olduğunuzda, kendi aptallıklarınızın acısını yeterince çektiğinizde, gaddarlığınızın sonucu yeterince acı verdikçe, kendi davranışlarınıza dur diyebilmek için başkalarını yeterince incittiğinizde; hırsın açgözlülüğün ve saldırganlığın yerine mantığı, anlayış ve kanaatkarlığı, birilerini kaybetmeden kazanmayı bilmeyi koyduğunuzda... işte o zaman kadın olabilirsiniz. Gücün başkalarından asla bir şey beklememek olduğunu öğrendiğinizde işte o zaman kadın bedeni içinde yaşamayı hak edersiniz.”
Bu hesapça birçok kadın da kadın bedeninde yaşamayı hak etmiyor...
YANLIŞ KADINLAR TUVALETİ
Bir internet sitesinden yazışmalar… Hemen hemen tüm mesajlaşmalar kayıtlı olan profilimi okuyup bana mesaj atmalarıyla başlıyor, kadınların.
Nick
Site formatı gereği, nasıl bir insan olduğunu anlatıyorsun: Her şekilde çekici. (Bu tanımlamayı kendileri için savunan birçok kişinin –ne yazık ki kadınlar da dahil buna- yanımda daha az çekici kalmalarına ve yetersiz çekiciliklerinin kanıtı olarak sinirlenmelerine –elimde olmadan- neden olacak kadar doğal bir çekicilik sözünü ettiğim.)
Nasıl bir insan aradığını anlatıyorsun: Bir şekilde çekici. (Edebiyatla (sanatla) ilgilenmiyorsa en azından güzel olmalı. Güzel değilse en azından akıllı. âşık olmak istiyor ama erkeği huzuruna bekliyorsa, nette sanal kalmaktan yorulmuyorsa başkasını aramalı. Hoşlandığını belli edecek kadar güçlü, aptalca değil zekice gururlu, kompleks ama komplekssiz olmalı. Kişiliğimi sağlam temeller üzerine oturtmuş ve çok geliştirmiş, hatalarımı en aza indirmiş olduğumu kavramakla kalmayıp kendi güvendiği kişiliğinin dostça ve yapıcı eleştirilmesinden hazzetmesini ve faydalanmasını bilmeli. Azılı bir hümanist olduğumu, adalet duygumun abartılı geliştiğini, denge mantığına saplantı derecesinde inandığımı ve yaşam tarafından kayrıldığımın kanıtlarını cebimden çıkardığımı gözleriyle görünceye kadar inanmakla yetinmeli. Çelişkinin, paradoksun ve ironinin bütünsel anlamını bilmeyip de bu cümlelere “ben daha doğrusunu bilirim” diye hemen atlayacaklardan, nedensiz ukalalarla temelsiz kendini beğenmişlerden sadece boş vakitlerimde zevk alabileceğimi anlayışla karşılamalı. Bu girişten sert olduğumu değil; sağlam, dik, doğru yaradılışta olduğumu çıkarsamalı. Bugüne kadar başardığım şey, hayattaki ilk 20 yılımdan dik bir doğru çıkartarak varacağı yere ulaşmak oldu. Kendimi keşfetmekle kalmadım, doğru kendime doğru evrildim, evriliyorum. Aradığım kişi de insanın benimle bir sorunu olması için kendisiyle (ya da yaşamla) bir sorunu olması gerektiğini keşfedebilmeli. Burada olmamın nedeni yazarlık kapanmaları ve felsefi uzaktan bakış nedeniyle sosyalliğimin riske girmesi. Beni asosyal, yanlız bırakılmış ve fiziksel yetersizliğiyle karizma eksikliğini yazarak aşmaya çalışan biri sanmamalı.
Zorunlu ekleme: Bir insanı, kendisi için kullandığı sıfatları en az onun kadar taşıyan biri yargılayabilir ancak... Bir de belki "onu gerçekten tanıyan ve kullandığı sıfatların anlamlarını gerçekten bilen biri"... Yoksa her dahiye deli, her bilgeye çok bilmiş, her kendine güvenene kendini beğenmiş gözüyle bakılır...
Kendim için kullandığım sıfatları kendinde gerçekten taşıyanlara çok rastlanmadığına göre, ben sıfatların anlamlarını gerçekten bilen birilerine kendimi tanıtmak için yazıyorum.
Yani: Kibirli, çok bilmiş, kendini beğenmiş gibi sıfatları yapıştırmak için yazanlar yazmasın lütfen...
1.
KADIN: Profilini biraz önce okudum... Bunları yapmadığın açık, bunu da söylemeden geçemeyeceğim... Hakkını vermek lazım... Kitap yazıyor olmalısın
BEN: Evet dördüncü kitabımı yazıyorum. Senin türünden okurlara (yakın dostlarıma da) okutmayı amaçlıyorum. Konu: Kendim... Hayatımı anlatacağım... Güzel yazarsam bakalım abartıyor musun diyebilecekler mi yine, çok duyduğum bir laftır da, her ne kadar birkaç ay içinde ikna edici örneklerine rastlasalar da hayatımdan... Tabii o zaman sorun başkalaşıyor, kendi hayatlarını uyduramıyorlar, o eşitlikçi eleştirel bakışım onlara yönelince bir projektör gibi, pürüzleri ortaya çıkıyor hayatlarının...
KADIN: Nasıl bir türüm ben
BEN: İnançsız tabii ki... Belki umutsuz, tam bir şey söyleyemem, ama İsa’yı çarmıha gerebileceklerden birisi... Özel bir insan bulduğunda emin olmak için onu teste tabii tutanlardan belki... Hayatta dolu kötü örnek görmüş ama zaten iyi örneklerin çok da fazla olmadığını akıl etmediği için iyi örneği bulduğunda da tanıyamayacak bir tür...
Beni gerçekten dinlediğini neden düşünmüyorum? Her konuşmam Tanrıyla konuşma gibi zaten... Yazmak da zaten bu... Araya girmek istiyor musun... Tanrımla arama...
Cevap yok.
2.
KADIN: Bu kadar kendine güvenmen ne güzel. Merak ettim doğrusu. Nerdeyse Yunan tarihindeki gibi insan çok güzeldir ve kusursuzduru ifade etmişsin kendini anlatırken. Hani tek tanrılı dinler gelmeden önce güzel insan, akıllı insan vs. Yoksa Pisagor’un okulunda okuyup 9. seviyeye ulaşanlardan mısın
BEN: Sana bir sır vereyim: Aslında ben normal bir insanım... Ama diğer insanlar insan değiller. Diploma gibi: Bir şey bildiğimiz için verilmiyor, diplomamız olduğu için bir şey biliyormuşuz farz ediliyor. Aynen 30-35 yaşlarındayken olgunlaştığımız farz edildiği gibi... Ama olamıyor ne yazık ki... Yaşlılarımız bile bilgeleşeceğine çocuklaşıyor... Peki ne yapacak benim gibi bir insan... 20 yaşının hatalarını 20 yaşında bırakmış biri... Diğerlerine insan değilsiniz dese, hakarete girer... Peki, diyorum, insansınız... Ama o zaman ben, daha üst bir şeyim... Ne dersin taktiğe?
KADIN: Ben taktiklerle davranmıyorum. Olduğum gibiyim...
BEN: Tüm söylediklerimden sadece taktiği mi anladın...
Cevap yok.
3.
KADIN: Selam, hangi sanat dalı ile uğraştığını merak ettim doğrusu! Yalnız megaloman mısın yoksa artist misin? Ona da karar veremedim.
BEN: Sana profilinden cümlelerle cevap vereyim dedim. Şöyle yazmışsın:
“İstersen yaz ama dalga geçeceksen hiç girişimde bulunma derim.”
Sen dalga geçebilirsin ama öyle mi?
“Bendeniz her konuda birazcık kendine güvenen bir zat oluyorum da!”
Başkalarının kendine güvenme hakları olamaz mı?
Profilimin tek bir cümlesi bile senden daha "fazla" olduğumu söylemez sadece, kanıtlarken aynı zamanda, şunu sormak isterim: Bu ne ukalalık...
KADIN: Merhaba, çok şükür ki zaaflarımı maddi manevi her konuda törpülenmiş kabul ediyorum. Bunu söyleyebiliyorum, çünkü her konuda kendimi acımasız bir dürüstlükle yargılarım. Sonuçta insanız ve insani taraflarımızı yitirmek zaaf olarak kabul ediliyorsa, ona katılmıyorum. Benimki bir fotoğrafa belki de biraz gönül almak adına yapılmış bir iltifattır, açıklamak isterim. Senin ise, bir kelime ki bence alınganlık zaafının tipik göstergesidir. Aslında lafa girerken bir selam bile yazmaman üzerine bir medenilik tartışmasına bile girilebilir. Kendine iyi bak.
BEN: Alınganlık! Bende mi sende mi? “Megaloman mısın artist mi karar veremedim” lafına alınsam haklı değil miyim? Ki alınmadım... Sana ne güzel bir karşılık yazdım; profilini ayna gibi tutarak: Komikti; o kadar malzeme vardı ki profilinde!
“İnsani taraflarımızı yitirmek zaaf olarak kabul ediliyorsa, ona katılmıyorum.” Hiç gerek yok bu tuhaf felsefelere, demagoji bunlar...
Böyle hatalı olduğunu hissettiğinde hemen karşıdakinin hatasını aramak; bulamayınca da “bir selam bile yazmamak medeniyetsizlik” diyecek olmak insani tarafımız değil; “insani tarafımız” nankör kedilere değil tanrıya yöneliktir; iyi düşün bunu...
Kendimi acımasız bir dürüstlükle yargılarım, demişsin ya: Neden kendini eleştirmeyi gerçekten başardıklarını sanır hep insanlar? Bunun ne kadar zor olduğunu bilmediklerinden mi? İşte sana gösteriyorum “acımasız bir dürüstlükle”, bunu başaramadığını; benden sonra işe yarar diye.
Şimdi dikkatli ol: Sana karşı çıkılıp çıkılmadığına göre değil (çünkü bu alınganlık olur, dürüst de olmaz) sana hatanı göstermeye çalışanın gerçekten haklı olup olmadığına bak, bu mesajıma illa da karşılık vermek istiyorsan...
Hoşçakal...
4.
KADIN: Görücez bu kuru sıkı sallamalarını, hadi bi cesaret göster kendini bana.
BEN: (Kaydetmemişim kendi mesajımı.)
KADIN: “Görücez bu kuru sıkı sallamalarını, hadi bi cesaret göster kendini bana" ifadesinin meali şudur: Senin anlamak istediğin gibi bana kendini kanıtla gibi bir anlamdan çok öte gülcemalini göster demekti. Kendi adıma ancak şurada bir kabalığı kabul edebilirim ki o da "kuru sıkı sallamalarını" ifadesidir, ancak çokta hayatın içinden gelen bi cümle gülümseyebilmen adına... Senin sarf ettiğin "vaktimi alma" cümlesine gelince bunu son derece acımasız bir ifade olarak kabul ediyorum... Ben saygı duymasını ve de sevmeyi son derece iyi bilen biriyim hatta bu konuda da son derece iddialıyım ama bu bir güç gösterisini ifadesi değil, kendimi anlatmaya çalışmamın bir yoludur.
BEN: İnsanların hatalarını geçiştirmeye çalışmaları ile ilgili onlarca yazılı örnek topladım burada, seninki bir fazlası sadece. Şu seninki:
“Kuru sıkı sallamaların” cümlesi "senin olduğu için" hayatın içinden ve kaba değil; “vaktimi alma” cümlesi ise "benim olduğu için" hayatın içinden değil ve acımasız!
Ben senin söylediğin o hayatın içinden değilim. Kendi hayatımın içindeyim ve bu hayat mutlu bir hayattır. Kabalığa insanlar alışık diye hayatımın içine almam; egoistliği, laf çarpıtmalarını da... Ve bu nedenle de kendi hayatımı milyonlarca diğerinden "üstün" görürüm...
Benimle görüşeceksen, hayatımın yanında seninkinin kaba kalacağını görmen adına söylüyorum bunu... Vaktimi alma cümlem da anlamını bir kez daha açıklıyor böylece sana... "Kabalığı almam, kaba lafını çarpıtacaksan vaktimi alma." demek oluyor...
"Ben saygı duymasını ve de sevmeyi son derece iyi bilen biriyim hatta bu konuda da son derece iddialıyım..."
Hayatım bu iddiaların içlerindeki boşlukları göstermekle mi geçecek...
Daha fazla tartışmayacağım. Gerçek bir saygıysa içindeki bana karşı, artık göstermenin zamanıdır... "Haklısın" diyeceğin insanla karşılaştığında o kelimeyi kullanmalısın; yoksa unutulacak o güzelim kelime.
Ne olur bana koleksiyonumdaki onlarca benzerinin arasına katacağım bir cümle daha verme...
KADIN: İnan bana kimsenin egosunu tatmin etmek adına "haklısın" demem, hele birini rahatlatmak için hiç kullanmam, fakat haklısın diyemiycem çünkü buna inanmıyorum tabii kendi haklılığıma da... Sadece iletişime yanlış yerden ve kelimelere özen gösterilmeden başlandı diyebilirim, çünkü inandığım bu...
İnsanların hatalarına ilişkin onlarca yazılı örnek, niyedir bunu sorgulamak bile istemiyorum ve bunu gerçekten "kaba" buluyorum... Onlarca örnek midir seni memnun eden ya da senin deyiminle seni diğerlerinden üstün kılan? Ayrıca milyonlarca insandan üstün olman beni hiç rahatsız etmiyor aksine son derece iyi hissediyorum sana yazarken...
Demek istediğim odur ki şurda ne yazdıysam buna gerçekten inandığım için söze dökülmüştür
BEN: "İletişime yanlış yerden ve kelimelerle başlandı."
İş toplantısına mı girdin sen çok?! Çok mu politikacı tanıdığın oldu?!
Bana gerçek insan cümleleri kurar mısın lütfen...
"Biz" iletişime yanlış yerden ve kelimelerle başlamadık, çünkü "ben" iletişime yanlış yerden ve kelimelerle başlamadım. Parmak izlerini silmeye çalışıyorsun... Bende hata arıyorsun bir de üstelik...
5.
KADIN: Tüm olası soruları sormuş ve tüm cevapları vermişsin hatta veremediğin ya da vermediğin cevapların sorularını (eleştiri, düşünce) bloke etmişsin. Öyleyse. Ortada söylenecek söz, sorulacak soru kalmamış “geyik muhabbeti” ya da klasik “nasılsınız efendim” diyalogları dışında…
BEN: Soracak bir soru, söyleyecek anlamlı bir şey bulamıyorsun diye niye ben suçlu oluyorum.
6.
KADIN: Bir kişi kendisini ancak bu kadar güzel ifade eder, sizi kutlarım. Profilinizi okurken sonradan gelen tüm cümleleri öyle güzel oturtmuşsunuz ki akılda oluşan sorulara bir bir cevap vermişsiniz.
7.
KADIN: Şimdi yazdıklarını okudum da bu kadar mükemmel olmak ya da mükemmel olduğunu düşünmek zor değil mi? İster istemez yalnızlığa yöneltir insanı.
BEN: İster istemez lafını çok severim, tam insanı açıklar. İsteyip istemediğini bilmeyen insanı... Yalnızlığa beni hiçbir şey yöneltmedi, onu ben seçtim... Yalnızlığını sevdiğini ve seçtiğini söyleyenlere inanma hepsi yalnız bırakılmışlar ve sevmek zorunda kalmışlardır yalnızlıklarını... Bu sevgi değil zorunluluk... Bir şeyi özgürce sevebilmen için karşıtını da sevmen gerek. Ben hem kalabalıkları hem de yalnızlığımı seviyorum.
8.
KADIN: Yazdıklarını bir güzelcene okudum aslında kızıp bağırıp çağırıp aman ne ukalasın deyip, mesaj bile yazmamam gerekirdi Ama yazdıklarının arkasındaki, satır aralarındaki içtenliğin farkına varınca seni tanımayı istedim... Belki ortak noktalar bulabiliriz diye düşündüm… Sen de ben diye birini tanımak istersen burdayım mesaj yolla
BEN: Çok önemli bir hata yapıyormuşsun, yapmamışsın
Sana mesaj atmadım, karakterimi geçirmeye, aklına sokmaya çabalamadım. Kimseye yapmadım. Profilim orada durur okuyan okur beğenen mesaj atar. Beğenmeyenin beğenmedim diye mesaj atma hakkı yoktur. Atma şansı vardır tabii, ama sana kızmak bağırmak istedim derse, bendeniz tarafından uyarılır
Şimdi... Sen benle bu şartlarda konuşmak istersen mesaj at...
9.
KADIN: 1) Yanlız değil yalından gelen yalnız olacak... Aradığınız arkadaş özellikleri bölümünde (ilk paragrafın sonuna doğru).
2) Sakın ukalalık yaptığımı düşünmeyin... Çünkü bunu siz de yapmışsınız. Umarım kibirli, kendini beğenmiş olarak görmezsiniz... Zira ben de had bildirmekten yoruldum.
3) Hümanist bir insanın kendini her insandan üstün görmesi imkansız bir şeydir... Hümanizm açıklamasını iyi okuyun bence. (Ayrıca sakın sinirlenmeyin, eleştiriye açık olmalısınız, siz biz kadınları eleştirebilme hakkına sahip olduğunuza göre.)
4) Ama yine de görüşmek isterim... Kıvrak zekalarımızı bir tanıştıralım ne dersin?
5) Adım Melek ya senin?
BEN: 1) Haklısın, onu hep yanlış yazarım... Sen de ayrı yazılan de ve da’ları bitişik yazıyorsun...
2) “Sakın ukalalık yaptığımı düşünmeyin. Çünkü bunu siz de yapmışsınız.”
Ben de çok özenerek yazmıyorum nette, ama şu yazdığının sadece dikkatsizlikten değil, böyle de düşündüğün için ortaya çıktığını sanıyorum... Yani şunu diyorsun sen: “Siz ukalalık yapmışsınız, ben de yapıyorum ama sakın siz yaptığımı düşünmeyin.” Bana yazıp ukalasın vs diyenlere yaptığım had bildirmektir. Çünkü bana yazıyorlar. İzin verip vermediğimi sormadan eleştiriyorlar. Neden dinleyeyim...
3) Ben kadınları falan eleştirmedim ki... Benim yanımda kadınların nasıl olduğunu söylemek kadınları eleştirmek değildir... Neden üzerine alındın, ya da kadınlar adına mikrofona geçtin?
Hümanistlikle ilgili birşeyler biliyorsun da azılı bir hümanist ne demektir hiç düşündün mü
Hümanistlerin (yanlış hümanistlerin) hayatı nasıl kötü yönlere çektikleriyle ilgili dolu tarihsel örnek var. Doğa denen şeyin bir bölümüdür sadece insan, human... Hümanizm o nedenle hayatın tümünü karşılayamaz. İnsana bakarak açıklamak önemli ve gereklidir ama yetersizdir...
Olay şu: İnsanlar eşit değildir, ama kardeş olabilirler... Fransız ihtilali... Özgürlük eşitlik kardeşlik. Buradaki eşitlik kanun önünden eşit olmaktır yoksa iki insanın eşit olması değil. Bir insan diğerinden bir konuda, öbürü de başka konuda üstün olabilir. Bunları görürsek birbirimizi daha iyi tanır ve kardeş olmaya daha yaklaşırız.
Bu arada ben kimseyi aşağılamam, sadece tespit yaparım... Aşağılamak zaten, aşağılayan kadar aşağılanana da bağlıdır. Mesela kimse beni aşağılayamaz...
4) Kıvrak zekalarımızı tanıştırdık biraz... Benim kıvraklığım biraz çizer ama hiç bir yuvarlağı çizmedi bugüne kadar, yine sivri birisini çizdi sadece...
5) Adım Murat...
Aynı kadından ben daha bu yukarıdakini gönderirken gelen ikinci mesaj:
KADIN: Çok yalancısınız, bu resim size ait değil, ben bunu bir dergide gördüm... Zaten bu fotoğraf albümü bölümünde de apaçık ortada. Profil bölümünde gayet net çıkan resim fotoğraf albümü bölümünde neden net olmasın ki. Ayıp değil mi insanları kandırmak. Ayrıca bu kadar çirkin misiniz ki kendiniz olmaktan utanıyorsunuz? Siteye şikayet edeceğim sizi. Benim 2 bayan arkadaşım da buradan sizinle mesajlaşmışlar bir ara. Kameralı görüntüye katılmamışsınız. Ayıp yahu bu!!!!! Sahtekarlık yapmayın bence. Adam gibi sohbet etmek için buradayız ama sizin gibi insanlar yüzünden diğer insanlara da güvenmiyoruz.
Kibar olmaya çalışarak bir karşılık verdim, fazla kibar olmuş. Buraya almaya gerek olmadı o nedenle
Ama şunların altını çizmeli:
Dergide gördüğünün de ben olduğumu düşünmüyor!
İki bayan arkadaş daha!
Kameralı görüntüye katılmamak ayıp!
Foto sizin değil, peki profilde yazdıklarınız sizin mi, diye sormuyor. “Adam gibi sohbet edeceği” adamın yazdıklarına değil fotosuna bakıyor!
Son cümlesi harika: Benim gibi insanlar yüzünden mi diğer insanlara güvenmiyor, yoksa onlar yüzünden mi bana şu anda güvenmiyor, düşünmüyor.
10.
BEN: Profilindeki şu alıntılar ilgimi çekti:
“Sahip olunması zorunlu tek şey var: Ya yaradılıştan ince bir ruhtur bu, ya da bilim ve sanatlar tarafından inceltilmiş bir ruh...” Nietzsche
“Bir kadın, ben üşüyorum, dediğinde, bunun cevabının, üstüne bir şey al, istersen bir taksiye binelim, eve geldik zaten, türünden bir söz olmadığını, üşüyorum, dediğinde kadının, bana sarılsana, demek istediğini ve ona sarılmak gerektiğini öğrenmek epey zamanımı aldı.” Ahmet Altan
Ahmet Altan haklı belki ama... Hayatın kadına göre düzenlenmesi, kadının bu gizli iktidarı, anlayamadığım için değil, karşılığında o kadın beni anlayacak mı, diye düşündüğümden, beni yoruyor bazen… Erkekler kadınların peşinden gidebilir, bunun altından ne kompleksler, ne güçsüzlükler çıkar... Ben güçlü olduğumu kabul etmiş, beni anlayacak bir kadına sarılabilirim ancak... Sanırım ruhumun kadın tarafının çok fazla olmasından, baştaki, yaradılıştan ince ruh...
KADIN: Ahmet Altan’ın bu yazısı kadın erkek ayrımını düşündürmüş olabilir. Bu boyuttan bakmamıştım. Teşekkür ederim.
Durup sıkı bir biçimde düşün… âşık... Gerçekten âşık olduğunda dilinin söyleyemediği şeyler olmaz mı insanın... İlk zamanlarında ne kadarını söyleyebildin söylemek istediklerinin... Seni seviyorum sana aşığım dışında… Aşk ilk heyecanını yitmeye, yerini sevgiye bırakmaya başladığı zaman çözülmeye başlar insanlar... O zaman sıkılmadan, yüzün kızarmadan diyebilirsin "Bİ TANEM ÜŞÜYORUM BENİ SARAR MISIN?” diye...
Ayrıca erkeğine kadınsı davranma güdüsü aşk değildir de nedir? Kadına kadınsı, yeri geldiğinde erkekmiş gibi davranabilir misin?
BEN: Sanırım üzerine bir şey al demek sevgisizlik... Ya da içinde artık belli bir sıkıntı barındıran bir aşk, aşksa... Bende bazen aşırı gururlu ve aşırı eşitlikçi bir bakış oluşuyor: Şöyle: Kimseye bana sarıl demem ya da ima etmem. Bu, gurur. Bunu kadınlardan da en azından karşımdaki kadından da bekliyorum... Yani beni sarılmaya imayla yöneltecek yerde ikna etse ya yumuşakça (ve akıllıca)... Ne bileyim “gece adama söylediğin laf çok iyiydi” dese, ya da “kadın sana senden hoşlandığını ima ettiğinde başınla beni göstererek, bir de sevgilime sormam lazım, demen çok güzeldi” dediğinde ona sarılmayacak erkek varsa o ilişki üzerinde düşünmek (ya da artık hiç düşünmemek) gerek... Bazı yazarlar bazen çok kadın tavlayıcı yazıyor diye düşünüyorum...
Yani adamlar bazen dalıp gidebiliyorlar... Onları romantizme çekmenin yolu basit bir üşüyorum mazeretindense demin anlattığım türden zeka dolu bir duygusallık olmasın mı... İşte burada kadın erkeğe yöneliyor... Onun yerine düşünmeye başlıyor...
Şöyle düşünmez mi bir, benim gibi bir erkek: Kadın ona sarılmamı istedi ve sarılıyorum... Uyardı beni ona sarılmam konusunda... Beni aptal yerine koydu... Belki aptalım, en azından o anlık aptaldım (onu seviyorsam) ama bunu bana böyle söylediği için o daha aptal...
Erkek ona sarılmayı kendinden düşünmeli diyebilirsin... Ama adam da o an sarılmayı istemiyor, düşünmüyor olabilir... Belki reddettiği halde o içerdeki kadını düşünüyordur... Dışarıdaki kadın içerdeki kadını unutturmak için sarılmasını isteyebilir. Yani sorun ilişkidedir ya da esas kadının içerideki kadından daha az çekici olmasındadır; sonra dışarıda üşüyorum!
İstiyorsan tanıştırayım demiştim bir erkekle kesişen kız arkadaşıma, belki gözü takılmıştı, belki sadece erkek ona bakıyordu, bilmiyorum, ama cidden tanıştırır ve uzaklaşırdım… Üzülürdüm ama sevinirdim de...
Yani aşkın zekayı dışlamasını sevmiyorum... Kadınca zeka bazen çok kötü olabiliyor, iyiye yönelik olmayabiliyor, ama “üşüdüm”den daha akıllıca olduğu için hayran da bırakabiliyor....
“Ayrıca erkeğine kadınsı davranma güdüsü aşk değildir de nedir?“
Olmayabilir, tam tersi ve demin savunduğum gibi egoizmin bir çeşidi olabilir... “Kadın dilinden anlayan erkek” arayan profillere rastladım bir sitede “Ben erkek dilinden anlarım çünkü” demiyorlardı ama... Bir kadın da bana “ayağına mı geleceğim yani” demişti Beyoğlu’nda buluşalım mı deyince, karşıda oturuyordu. Ben karşıya geçtiğimde onun ayağına gelmiş olmuyor muydum...
“Ayrıca erkeğine kadınsı davranma güdüsü aşk değildir de nedir?“
Ama tabii olabilir... Biz, ben, aykırı durumlardan söz ettim bu lafına, zaten felsefe de böyle yapılmıyor mu, düşünüyorsun ve diğerlerinden uzaklaşıyorsun, bazen, çoğu kez, düşünmeyeceksin o nedenle... Düşüncelerle anlaşamaz insan, belki telepatiyle... O da “erkeğine kadınsı davranma güdüsü”dür işte...
Ama kimse erkeğin duygularından söz etmiyor...
KADIN: Karşımda, kendi düşünmek isteği gibi düşünen, görmek istediği gibi gören, aslında kendime aşırı güvenim var deyip aslında kendine güvenmeyen, duygular açıkça söylenmeli diye yazıp arkasından ben kimseye bana sarıl demem deyip kendi duygularını düşüncelerini çürüten, kendiyle barışık gibi gözüken ancak kendi gölgesiyle kavga eden bir profil var karşımda... Maske takmak durumunda değilsin benim karşımda… Sana tüm pozitifliğimle yaklaşıyorum ancak sen kapılarını tüm negatifliğinle aralıyorsun… Neden ve kime bu öfke... Aşk elbette sıkıntı ve acı… Ama biz bunları aşmış insanlar değil miyiz zaten. SEN BENCE YAZDIKLARIMI TAM OKUMADAN ALGILAMADAN YAZMIŞSSIN BÜTÜN BUNLARI... YA DA KENDİ İSTEDİĞİN GİBİ ALGILAMIŞSIN…
“Ama kimse erkeğin duygularından söz etmiyor...”
Kimsenin söz etmediğini düşündüğün şeyleri sen düşünebiliyorsan yürekli ol ve sen dile getir...
BEN: E, dile getiriyorum ya işte; ama o zaman da, kendi düşünmek istediğin gibi düşünen, olduk.
Eğer bu bir “bana sarıl” mesajıysa kusura bakma anlayamadım...
Benim bildiğim kadınlar daha barışçıl, uzlaştırıcı, yumuşak olurlar... Kendinden bu kadar emin, karşısındakine bu kadar az güvenir, anlamamaya programlanmış, bu kadar öfkeli (karşıdakini suçladığı halde) bir kadın, bence bir erkektir... Cevaplarım vardı ama anlamayacağını düşündüm... Hoşçakalınız...
11.
….
KADIN: Asla altta kalmam ve son sözü ben söylerim. Bu nette de hep böyle olur. İşte böyle bir “çabuk hırsız ev sahibini bastırır” durumları.
Büyük bir keyifle size yazmayacağım. Zaten görünür kimliğinizle, mesajlaştığım insan arasındaki büyük farkı çıkartmam da kolay oldu. Siz bahsettiğiniz kişi değilsiniz. Aydın kişiliği yok sizde siz kendinizi olduğundan farklı gösteren zavallı insanlardan birisiniz sadece.
BEN: Aydın kişiliği mi. Hahahaha güldürme beni.
Sen de zavallı çirkin kadınlığını sert karakter altına saklamaya çalışan bir yaratıksın. Çirkinsin ve yumuşak olarak bunu dengeleyebilirsin, halbuki sertleşmişsin. Aydın nedir bilmemeni geçelim seninle daha aşağılık konuşmak gerek. Bir hayvanmışsın gibi.
Götünü sikmek ilk düşüncemdi.
Fotoğrafından iri kalçaların var gibi gözüküyor.
Porno filmlerde sikilmekten başka işe yaramayacağını gayet “aydınca” bilen kadınlar kadar bile olamayan entel geçinen zavallılardansın. Altta kalmam diyorsun ama istediğin bu, altta kalmak. Orgazm edebilirdim seni. Sikerek. Asla âşık olmadan ve seks dışında önemsemeden. Ve bunu bilip zevk alabilir fazlasına cüret etmeyebilirdin. Ne yazık ki kendini bir şey sanmaya başlamışsın. Kaybettiren tarafın bu.
Kendini olduğundan farklı göstermek!!!!
İşte kanıt sana orospu bile olmayı becerememiş yaratık… Her insanda insanlığın tüm halleri olduğunu unutma. İntikamcı ve aşağılayıcı yönümü tahmin ettiğin için sağ ol. İkimi tatmin etmeni tercih etsem de sağ ol.
Bir gün kitabımı okuduğunda beni aşağılamaya çalışacaksın. Bir yazar nasıl bunları yazar diyeceksin.
Sikime kadar yolun var.
Bundan sonra yazdıkları -evet yazdı- önemsiz şeylerdi, o yüzden almadım buraya. Önemsizdi ama kaba değildi, konuşmayı kibarca devam ettirdi, neden kızıp bağırmadığını anlamaya çalıştım, ötünü ikmek ilk düşüncemdi dememiş miydim; ama açıklamadı, belki kendi de bilmiyordu, belki ilk defa biri ona gerçekleri söylüyordu, belki de tipik bir mazoşistti ve tatmin etmiştim onu...
12.
…..
BEN: Erkekler kaba değil çok kibar aslında. Yalancı kibarlık. İşte bu kaba.
13.
KADIN: Profilini okudum ama hâlâ kendime gelebildiğim söylenemez. Haklısın, her şekilde çekicisin... Karşı cinsten beklentilerini omuzlamayacak kadar yorgunum ben. Lütfen hep böyle kal. Bir yerlerde de olsa ulaşamayacağım bir erkeğin var olmasını bilmek güzel çünkü nerde bıraktığımı asla hatırlayamadığım aşka küskün bir yüreğim var. Sevgiler.
14.
BEN: İyi vesile... Benden adres istemiştiniz bana yazmak istediğinizi söylemiştiniz ama zaman geçti yazmadınız, şimdi de bana adres değişikliği mailiniz geldi, herkese gönderdiğiniz bir mail... Adresim ne işinize yarayacaktı merak ettim, bana mesaj atmayacaksanız...
KADIN: Ay korktum vallahi mektubunuzdaki gizli tondan...
Size ne zamandır yazmak istediğim bir mektup var elbette. Yani elbette boşuna almamıştım adresinizi siteden ve boşuna sormamıştım "bu adres gerçekten sizin mi?" diye.
Ancak boş ve rahat bir zamanda yazmam gerekiyordu, bu arada da sanırım yazmak istediklerim bir miktar sıcaklığını yitirdi.
Neyse, yazacak olursam beni "dövmeyeceğinize" söz verirseniz uygun olduğumda yazmaya niyetim var hâlâ... Bilmem anlatabildim mi?
BEN: Gizli ton demek... Bunu çıkarsamak için epeyce duyarlı olmak gerek, (doğru his ise tabii başka şey)... Umarım duyarlılığınız sadece kendinize yönelik hareketlerde değil sizin başkalarına davranışlarınızda da söz konusudur...
Özellikle bana... Gizli tonu biraz açayım: Diyalog sizin de bildiğiniz gibi tek kişilik değildir. Yazmanız ve yazış saatiniz sadece sizi ilgilendiren bir konu olamaz...
Sizin yazmakla ilgili uygun zamanınız değil sadece, benim okumak ve konuyu tekrar düşünmekle ilgili uygun zamanım da söz konusudur, hatta daha bir önemle söz konusudur... “Yazacak olursam” demişsiniz, “uygun olduğumda yazmaya niyetim var hâlâ” demişsiniz ama “siz de okumak isterseniz” dememişsiniz, “geç kaldığı için yazım gereksizleşmiş olmazsa” dememişsiniz ya da “eski defterleri tekrar ortaya dökmüş olmam sizi rahatsız etmezse” gibi bir cümle eklememişsiniz... Çünkü konunun sizin için sıcaklığını yitirmesinden daha önemlisi, konunun tekrar açılmasının benim hoşuma gidip gitmeyeceğidir...
“Yaşamak” sorumluluktur biraz da, herkese sadece hakları varmış gibi gelir nedense... “Dövme” değil ama insanların hatalarını suratlarına “vurma” konusunda bazen kibar olmayı beceremediğim doğrudur. Ne yapayım, tahammül edemiyorum, hatalara ve özür dilemenin sadece eski, unutulmuş bir gelenek gibi kalmasına...
Saygılarımla...
KADIN: Sayın Sohtorik Murat...
Öncelikle, hitapsız mektupları sevmem...
Nedenini bilmediğim bir şekilde mektubunuzun satır sonları okunmaz durumda. Bu da benim okumamı ve içindeki tonu sezmemi engelliyor.
Uygun zamanınız olduğunda ve arzu ederseniz, daha kısa satırlarla yazılmış bir kopyasını bana yollamanızı rica edeceğim.
Okuyabildiğim kadarı için 10-15 satır yazayım.
Elbette ki, karşı saldırıya geçeceğim... Çünkü mektubunuz okuyabildiğim kadarı ile "saldırı davetiyesi" gibi. Ve karşı saldırı da insanların da hayvanların da en doğal tepkisidir...
İzlenim 1: Huysuz ve hırçınsınız... (Bana göre elbette...)
2- Önyargılısınız. (Tanıdığım kadarı ile elbette...)
Biraz ukalaca ve kabaca da olsa verdiğiniz ders için teşekkür ederim.
Çarptığınız tokat etkili olacaktır.
Yazdıklarınız doğru ve siz haklısınız...
Ama yazış biçiminiz küstahça ve terbiyesizce...
İyi günler dilerim...
Not: Bu yazdığım, tam okuyamadan yazılmış herhangi bir mektubun olacağı gibi, doğaldır ki önyargılıdır. Ama ben "öyle" bir mektuba tevekkülle, olgunlukla, soğukkanlılıkla yaklaşarak, anında tepki vermekten kendini alıkoyabilecek bir tip değilim...
Sanıyorum anlaşıyoruz!
Nasrettin Hoca'nın peşin peşin çaktığı tokatlara benziyor sizinkiler de...
BEN: Ben mektubunuzdan bir şey anlamadım...
Bana, hitapsız mektupları sevmem, deyip neden adımı Sohtorik Murat olarak tersten yazıyorsunuz? Başına getirdiğiniz Sayın hitabı var diye mi... Sayın küstah diye başlasaydınız da Sayın hitabı olduğu için, nazik sayılır mıydı
Hitapsız mektupları sevmem demek, ben kravatsız adam sevmem demek gibi olmadı mı... Liseden sonra kravat takmadığımı bilmenizi isterim... Siteden de Cralice’nin kravat takmadığım için attığını bilmem çıkartabildiniz mi...
“Yazdıklarınız doğru ve siz haklısınız...” ile “Ama yazış biçiminiz küstahça ve terbiyesizce...” nasıl bir arada bulunabiliyor... Haksızlığa uğradığım konuda haklıysam, bunu dile getirirken “küstah ve terbiyesiz” olma hakkını kendimde göremez miyim? “Verdiğiniz ders için teşekkür ederim. Çarptığınız tokat etkili olacaktır.“a mı inanmalıyım yoksa hala haksız yere kendinizi haklı çıkarmaya çalışma küstahlığınıza mı. Siz beni suçlayıp suçlamamaya, haklı olup olmadığınıza karar verememişsiniz anlaşılan...
Hayır buna inanayım diyorum ama bir okuyorum...
“İzlenim 1: Huysuz ve hırçınsınız... (Bana göre elbette...)
2- Önyargılısınız. (Tanıdığım kadarı ile elbette...)”
“Lütfetmek” kelimesini sizin “Dövmek” kelimesini kullandığınız tarzda espriyle kullanmama izin verirseniz, sanki bana yazmanın sizin bir “lütfunuz” olduğu izlenimini uyandırıyorsunuz ve sonra bana “küstah” diyorsunuz... Sanırım Kraliçelere karşı tutumumu biliyorsunuz...
“Okuyabildiğim kadarı için 10-15 satır yazayım.” diyorsunuz...
Lütfen yazmayınız... Okumadan yazmayınız... Forumda da bir tip şöyle diyordu: “Tam okuyamadım ama düşüncelerimi yazıyorum.” Ve beni yargılayıp asıyordu... Yahu birisi siteden atılmış senin tam okumadan görüş beyan etme hakkın yok, var mı?
Siz de kendi hayatınızdan beni atacaksınız belki bu yazışma sonrasında (yargılayıp astıktan sonra cesedimi atacaksınız belki) daha dikkatli olmanız gerekmez mi, kendinize neden böyle bir şey yapıyorsunuz...
“Bu yazdığım, tam okuyamadan yazılmış herhangi bir mektubun olacağı gibi, doğaldır ki önyargılıdır.” diyorsunuz.
Neden insanlar kendi hatalarına doğal, başkalarınınkine doğal değilmiş gibi bakarlar? Siz biraz bekleyerek bu önyargıdan kolayca kurtulabilirdiniz mesela... Önyargılı olabilecek bir mektubu neden gönderiyorsunuz... Bir de beni önyargılı olmakla suçlamanız!
Bir ego örneği daha vereyim.
“Ama ben "öyle" bir mektuba tevekkülle, olgunlukla, soğukkanlılıkla yaklaşarak, anında tepki vermekten kendini alıkoyabilecek bir tip değilim...”
Çok komiksiniz... Siz böylesiniz ve konu kapanmıştır!!! Ben de küstahım kardeşim desem? Olmaz. Sizin yaptıklarınız çok doğal benimkiler değil!!! Benim kadar eşitlikçi bir adam bulamayacağınızı “küstahça” eklememe izin veriniz.
Küstah, terbiyesiz, kaba türü laflarınızı geri almalısınız...
Cralice ile yaptığım savaş onun kraliçeliğine karşıydı, siz de “lütuf” lafıyla açıkladığım gibi benzer bir şeye yaklaşmış oluyorsunuz. Aman dikkat, yavaş yavaş başlar sonra tüm ruha yayılır
Beni desteklediğinizi söylüyorsunuz sitede... Pek destek sayılmazdı ama en azından forum figüranlarından biri olmadınız...
Beni destekleyenlere hemen kucak açacak kadar saf değilim, ben politikacı değil düşünürüm.
Bence sakin olun... Düşünmeden yazmayın. Yaşamınız nasıl bilmiyorum ama benimki dans gibidir, ayağıma basmayın... Ha bu arada ne olmuş sitede? Forumda kavga çıkmış, Cralice diktatörlükle suçlanmış ve forum kaldırılmış artık diye duydum...
KADIN: Murat Sohtorik,
Nasıl ki siz kendi tercih ve üslubunuzla devam ediyorsunuz, ben de öyle devam edeceğim... Yani "düşünmeden yazmayın" cümlenizi okudum anladım ama, uygulayamayacağım.
Yazdıklarımda hiç bir art niyeti yoktu, yalnızca beni aşağılamaya yeltenerek başlattığınız tatlı saldırıya karşı -tatlı olduğunu düşündüğüm- ataklardı...
Ben aynı frekansa yakın olduğumuz önyargısından hareketle, size de arkadaşlarıma yazdığım gibi yazdığımda, sıcak olacağını sanmıştım...
Bir rica: beni lütfen başka kişilerle kıyaslayarak değerlendirmeyin. Değerlendirmeye, tanımaya değer buluyorsanız, zaman içinde oluşacak değer yargılarını bekleyin derim.
Bir ilişkide doz negatif yönde artıyorsa, biri bir yerden bunu kırmalıdır derim. Ben buna hazırım.
Sevgiler.
BEN: Hayır efendim sanırım anlamadınız ve anlamamakta ısrar ediyorsunuz...
Bana küstah saygısız kaba dediniz... Bu lafları söylediğiniz bir insanla neden yazışıyorsunuz, ben bu laflardan sonra özür dilemeye yanaşmayan bir insanla yazışmam...
Sizin tercih ve üslubunuz diye bir şey yoktur sadece benimkiler vardır... Siz hayatın dışından (diğer insanların yanından) bakıyorsunuz. Siz yaşamıyor savaşıyorsunuz... Geri çekilecek ve saygılarınızı sunacaksınız...
Söylediğiniz her lafa dikkat edeceksiniz, benim dostum olup hata yapma hakkını ben size verene kadar...
"Aşağılamaya yeltenerek" sözünüzü de özür dilemek zorunda olduğunuz sözlerinize ekliyorum. Ben aşağılamam tespit yaparım... Siz beni aşağılamaya cüret ettiniz, art niyetiniz olup olmadığını bilemem, özür dilemeyi bilmeyen insanı da insandan saymam... Merak etmem onu...
Bir satır önce "arkadaşlarıma yazdığım gibi size de yazdığımda" dedikten sonra nasıl "Beni diğer kişilerle karşılaştırmayın" diyebiliyorsunuz... Siz kendi yazdıklarınızı okumuyor, ağzınızdan çıkanları duymuyor musunuz? Sizinle neden anlaşayım... Bu benim için kendimi aşağılamak olur... Siz benle anlaşacaksınız... İktidar istediğinizi fark edin...
Karamozov Kardeşler'de bir özür sahnesi vardır... Adam haksız yere başka birini düelloya davet eder... Sonra haksızlığını anlar... Gider düelloya... Silah üzerine doğrulur. İlk olarak, hakaret ettiği adam ateş edecektir... Kurşun yanağını sıyırır. Sıra kendindeyken silahını atar rakibinin ayaklarına ve özür diler... Nasıl yahu, derler, bunu şimdi mi söylüyorsunuz... Evet, der adamımız, önce silahın önünde durmam gerekiyordu...
Anlayabildiniz mi...
Sizin bana karşı herhangi bir hakkınız yok sadece sorumluluklarınız var...
Silahın önünde durmanız gerekiyor... Ben hayatı bu kadar incelikli yaşıyorum işte...
Haddinizi bilin... Sizi 80 tane örnekle karşılaştırırım ve hepsi de haklıdır. Siz benden bir tane daha bulamazsınız...
Tekrarlıyorum... Bana küstah saygısız kaba dediniz... Siz bir hiçsiniz... Bence kendinizi benim karşımda var etmeye çalışın öncelikle...
Yoksa susun...
Saygılarımı sunmuyorum...
KADIN: ...Ben size yanlış bir başlangıcı kale almayıp düzeltmeyi önermeye çalıştım.
Ortadan bodoslama dalarak yanlış bir mecraya sürüklenmemize yol açmış olabilirim... İlk mesajınızdaki gizli ton buna itti sanırım beni.
Başkalarında gözlemlediğim hataları kendim yapmamaya çalışırım.
Bir-iki tatsız algılanan mesaj için feda etmemeye çalıştım bir başlangıcı.
Her zaman başarılı olamayabilirim tabi.
Ben kendi doğrularımca hataya düşmemeye çalışmaya devam ediyorum.
Ben de her sözünüze bir kulp veya karşılık bulabilirim, ama anlamsız olacak. Siz niyet ve tavrınızı belirlemişsiniz zaten.
Ön yargısız, hoş ve düzgün bir yazışma yapabileceğimizi ummuştum.
Geri adım da attım.
Ama belli ki olmayacak. Yazık...
Hatırladığım noktadan itibaren "İnsan’dan hâlâ umudu olduğunu söyleyen biri" olarak sizinle yazışmaya devam etmeye çalıştım.
Umudunuzu kaybetmeyin.
.......karışık, yorgun ve bunun için de bazen özensiz davranabilen kafamla...
Size "yazacağım" diyerek sormak istediğim buydu.
"Özür" istiyorsunuz...
Bazı ifadelerimdeki özrü göremedi iseniz eğer, hiç önemli değil, özür dilerim.
"Sohtorik Murat" hitabım, bir deformasyondur.
Amerikalıların kişiye önce soy adları ile hitap etmesinden kaynaklanıyor.
Sevdiğim bir kullanım tarzı değildir.
Ama o sırada öyle geldi içimden.
"Ben böyleyim" söylemimin devamı olarak diyorum ki:
Ben içimden geldiği gibi hareket ederim.
Hayatı çok fazla ciddiye almayı sevmem, çünkü ancak böyle koruyabiliyorum kendi varlığımı ve mutluluğumu.
Ama bu bazen "başkalarını ciddiye almamak" gibi tezahür edebiliyor, ki; amacım asla bu olmadı.
"Özgürlük başkalarına zarar vermeksizin yapabileceğin her şeydir" düşüncesinden hareketle; eğer bu hitabım sizi tedirgin etti ise, geri alıyorum.
Aman ne olur, bana kraliçelik tanımını yakıştırmayın. Bana beni gerçekten tanıyan insanların tanımlamaları yeterlidir...
Tutamıyorum kendimi... Neden bu kadar acımasızsınız Allah aşkına bana?
Size gerçek düşüncelerimi bütün çıplaklığı ile yazdığım için mi?
Kendi yazdıklarınızı bir okusanıza! İçlerindeki anlamları algılayamayacak kadar öküz değilim ki ben...
NİYE HÂLÂ YAZIYORSUNUZ? derseniz;
insandan hâlâ umudum var...
BEN: Sevdim... Sağlam birine benziyorsunuz. Hata başlatsanız da devam ettirmemeyi başarabilme gibi bir yeteneğiniz olduğu görülüyor... Silahın önünde durmak biraz bu, evet... Sanırım tam bir özür çıkmayacak, satır aralarındaki özürlerin farkındayım tabii ki, ama hakaretler satır aralarında değildi, tamdı. Olsun. Bu kadar yumuşak davranabilen birisine daha fazla sert olmak beni haksız duruma düşürür, alışık olmadığım bir durum
Sizden ben özür diliyorum. Açık, net, tüm sinirlenmelerim, tahammülsüzlüklerim, sizden umut kesmelerim için. Çünkü her ne kadar siz neden olsanız da hatalarım yine de benim suçumdur ve onları bugüne kadar hep üzerlerini örtmeden geride bıraktığım için bugüne sağlam gelebildim...
Siz de az sağlam değilsiniz... Karışık, yorgun ve bunun için de bazen özensiz davranabilen kafanızla ilgili sorunlarınız olursa ileride yardımcı olmayı isterim...
Acımasız mıyım? Evet... Peygamber değilim, bana tokat atana öbür yanağımı uzatamam, beni çarmıha germeye çalışan için Tanrıya, Tanrım onları affet ne yaptıklarını bilmiyorlar diyemem... İnsanım, insanın olabileceği en iyi aşamaya ulaşmaktır amacım, bu da peygamberinki gibi tepeden inme bir payeyle değil, benim çalışmamla olacak, hatalarımı en en en aza indirerek... Acımasız olmam bazen bir hata olarak görülebilir ama şöyle de düşünmek gerek: Bir insanda pek rastlanamayacak derecede düzenli, dinç ve bunun için de çoğu kez özenli davranabilen benim gibi bir kafaya sahip olsaydınız siz de belki acımasız olurdunuz, onu korumak için... Canınızdan çok sevdiğiniz bir kimse oldu mu? Onu korumak için ne yapacağınızı düşünün, beni belki anlarsınız.
Saygılarımı bu sefer sunuyorum... Hoşçakalınız...
Sonra konuşmaya dostça devam ettik.
15.
BEN: Burada insanlar gece Anadolu’nun bir kasabasında otobüs molası vermiş uykulu o nedenle lanetleşmiş insanların birbirileriyle karşılaşması gibi karşılaşıyorlar bazen: Gittikleri yerde dinlendikten, denize girdikten ve bir duble içtikten sonra kesişseler hoşlanacakken, bu mola yerinde birbirlerini düşmanca süzüyorlar...
16.
BEN: Mağaradaki gibi önce çarpışıp sonra kaybediyor burada insanlar birbirini...
17.
BEN: Buralara gelsen diyorum artık. İki denizaltı komutanı gibiyiz.
18.
(…)
KADIN: Evet bunun için cts bir doktora bile gittim ama adam bunun benim entellektüel düzeyimle ilgili olduğunu söyledi.
BEN: Nasıl çözülecekmiş...
KADIN: Onu söyleyemedi.
BEN: Şu psikologlar. Onlar sadece insanı anlamayı bilirler… Bitki de seni anlayabilir, bir köpek de...
KADIN: Amma aşağıladın adamları.
BEN: Kötü tecrübelerim oldu... Ama entelektüel düzeyini fark etti diye bir adama psikolog denmemeli...
KADIN: Doğru söylüyorsun.
BEN: Adam bana “ben normal insana göre tedavi uygularım” demişti. Ki o da benim entelektüel düzeyimi tespit etmişti...
KADIN: Hatırladım.
BEN: Ne oluyormuş entelektüel olunca...
KADIN: İnsan ne kadar çok bilirse o kadar mutsuz olurmuş.
BEN: Hangi sayfada olduğunu buluruz bunun
KADIN:
19.
KADIN: Kendini bu kadar detaylı bu kadar net görebilen birine rastlamak güzel gerçekten. Yazarlığın daha hızlı yol aldırmış olmalı.
20.
KADIN: Beyefendi lütfen mesajlarınıza bakar mısınız?
BEN: Ama çok zorlanıyorum. Laptopum arızalı. Söylemiştim...
KADIN: Bu benim sorunum değil... ICQ’nuz açık ben de yazdım...
BEN: Gerginlik pazartesiden mi...
KADIN: Patronuma gıcık oldum... Ama sakın sormayın..
BEN: Peki sormam...
KADIN: Keyifsizsin bugün.
BEN: Ben mi!!!
KADIN: Ya da ben herkesi öyle sanıyorum. Hadi keyfimi yerine getirecek bişiler söyle.
BEN: En azından beni öyle sanıyorsun.
KADIN: Kesinlikle... Hiçbir şeyi çekmek istemiyorum... Ama sen kıymetini bilmiyorsun ki yüz tane salak mesajların arasından git sana cevap ver o da anlayışsız çıksın.
BEN: Hoşçakalınız hanfendi
KADIN: İşin mi var.
BEN: Gergin olmadığın bir an konuşalım...
KADIN: Hımmmmm kırılgan.. Ben gibi.
BEN: Bence diyalogumuzu bir kez okumalısın baştan...
KADIN: Hepsini biliyorum...
BEN: Evet sanırım bilerek yaptın zaten... Diğer alternatifler kötü çünkü...
KADIN: Açıkça hangi modda olduğumu söyledim... Evet adil değil sözlerim ancak söyledim... Anlayışlı olma sırası bana da gelebilir bir gün.
Sonradan hatasını kabul eder gibi olup: “Etkilendiğim zaman böyle oluyorum....” gibi bir laf etmişti.
Şöyle bir laf da etti: “o duruşun var ya fotoğrafında... tam kavgalık.”
21.
(…)
BEN: Eyvah tipik bir yanlış anlama hadisesi... Kötücülükle destekli. Ya da korkuyla... Ya da aşırı gururla... Kadın aklı nasıl böyle aniden değişebiliyor?
KADIN: Çok feci yanlış anlarım yanlış anlamak isterim yanlış anladığımı hissettiririm karşımdakini telaşlandırırım
BEN: Bölücü değil birleştirici özelliklerini ne zaman gösterirsin…
KADIN: Ben böyle mutluyum ama
Bu insan mutluluğu bu sanıyor; suçu yok; görmemiş ki mutluluk. Bu insanı gerçekten mutlu et: Bünyesi alışamayacaktır. Doğan çocuğun oksijenle (gazla) karşılaştığı için ciğerlerinin yanması ve nefes almayı öğrenme sürecinde ağlaması gibi... Ama doğmak lazım...
22.
KADIN: İnsanları olduğu gibi kabul etmiyorsun.
BEN: Sen de şu an beni olduğum gibi kabul etmiyorsun.
23.
(…)
BEN: Mutlu olmazsam yazamam... Farkım bu yazarlardan...
KADIN: Büyük bir fark bu, ben ayrıldığımda kalemi alanlardanım.
BEN: Böyle yazarları okumaktan sıkıldım... Hayatın yazara değil adama ihtiyacı var...
KADIN: Ama adamları ortaya koyan yazarlar değil mi?
BEN: Öyle mi? Mutlu aşk yoktur, demiş adam, herkes de inanmış.
KADIN: İnsanlar bu tip bir psikolojiye girmeye meraklıdır bilirsin… Sonuçta çok da yabana atılacak bir söz değil.
BEN: Zaten olay yabana atılmayacak söz üretmek, yanlış ürün olduklarının anlaşılması zor.
24.
İki farklı adla bana mail attığı için tanıyamadığım bir kadına, onu hatırlayamadığımı, birbirimizi nereden tanıdığımızı soruyorum...
KADIN: Bu ne demek şimdi? Değişik bir şüphecilik içindesin... Evet, beni tanımıyorsun ve ben de seni tanımıyorum... Sen beni yoksa seni tanıyan biri falan mi zannediyorsun? Böyle bir şey yok... Seni tanımam kimsin nesin bilmem... Nerden tanıyım seni... Profilinde ne yazıyorsa onu biliyorum... Celine okuduğunu nerden bildiğimi soruyorsun... Bu sadece bir his... Bana yazdıklarından bunu hissettim yani varoluşçu ve nihilist çizgiler sergiliyorsun bana... O yüzden Sartre ve Celine'den bahsettim sana... Tarzın böyle... Stilin öyle geldi bana... Evine falan girmişliğim yok yani hangi kitabı okuduğunu ne bileyim yahu... çok enteresan yahu... Böyle şey de başıma ilk defa geliyor... Bak eğer sana yazmamı istemiyorsan yazmam... Lütfen bu şüpheciliğini bırak KADERE inanmaması gereken bir adama bu şüphecilik hiç olmadı... Şunu unutma... Okuduğun her kitap insana birşeyler katar, kullandığın bir kelime bile bunu yansıtır...
BEN: Nerden çıkardın varoluşçu nihilist olduğumu...
KADIN: Ben seni çok iyi anladığımı söyleyemeyeceğim... Galiba kendi içinde de çok karmaşalar yaşıyorsun gibime geliyor bu konuda... Yazdıklarını şu an mot a mot hatırlayamayacağım... Ama bana verdiğin izlenim senin varoluşçu olduğu yönündedir... Sana aşağıda bana göre en basit şekilde varoluşçuluğu özetleyeceğim... Ama bundan sonra artık itiraflara mı başlarsın bilemem...
Concepts of existentialism are simple:
*Mankind has free will. (Bu da mı sana bir şey hatırlatmıyor...)
*Life is a series of choices (Creating stress bence!!!).
*Few decisions are without any negative consequences. (Ya bu sana ne diyor...)
*Some things are irrational or absurd, without explanation.!!!!!!
(Sadece bugün elime geçen Kısa Çöp’te nelerden bahsediyorsun acaba!!! Okumadım ama göz gezdirdim. Tabii en yakın zamanda okuyacağım...)
*If one makes a decision, he or she must follow through.!! (Bu sana neler hatırlatıyor...)
Ne merak ediyorum biliyor musun varoluşçuluk sence ne demek ve seni bu kadar neden korkutuyor... Ha çok inançlısındır o zaman anlarım seni... Çünkü o zaman sorgulamayı zaten yapamazsın... Ve ben o zaman sana ve fikirlerine sadece saygı duyarım... Ve yolun açık olsun derim... Ama çizgi değiştirmeni tavsiye ederim... Bak benim çizgim belli... Deviasyonları az yaşarım... En başta yaşadım tabii ki... Ama senin dışarıya çok ketum bir tutumun var... Özgür bırak içindeki seni... Niye özgür olmak için Celine veya Bukowsky okuyorsun peki... Çünkü içinde bastırılmış bir özgür sen var... Ve ancak bu yolla açığa çıkıyor... Ve sen memnun oluyorsun bu durumdan... İşte Celine adamı bu hale getiriyor şekerim...
BEN: “Ben seni çok iyi anladığımı söyleyemeyeceğim... Galiba kendi içinde de çok karmaşalar yaşıyorsun gibime geliyor bu konuda...“
Şimdi... Anlamadığını düşündüğünde sorar mısın yoksa söyler misin... Cevabı biliyoruz ikimiz de değil mi? Benimle ilgili senin yaşadığın karmaşalar; senin yaşadığın karmaşalardır... Hangisi: Benimle ilgili olduğunu düşündüğün karmaşalar ya da senin içindeki karmaşaların yansıması... Sen seç: Bana da söyle, çünkü: Ben karmaşa yaşamıyorum... (Lütfen bana karmaşa yaşadığımı ispatlamaya çalışma...)
“Yazdıklarını şu an mot a mot hatırlayamayacağım... Ama bana verdiğin izlenim senin varoluşçu olduğu yönündedir... Sana aşağıda bana göre en basit şekilde varoluşçuluğu özetleyeceğim... Ama bundan sonra artık itiraflara mı başlarsın bilemem...”
İzlenimin ne olduğu yok, o zaman nasıl felsefe olabilir... Hadi diyelim bir izlenim var, izlenimle kesinlemek de işte, bence, filozofun en büyük sorunu, saplantısı. İzlenim... Ne saçma kelime... Sokaktaki normal insan izlenimle yargılar... Felsefeci öyle mi yargılar, karar verir!!! Tabii sen filozof olduğunu sandığın insanları okumuşsun...
“İtiraflara başlamak...” Bence bu kadar çabuk itiraflara başlatamayız karşımızdakini... Bu düşünceden kurtulursan belki beni anlamaya daha yaklaşırsın... Ve tabii bu yoldan beni itiraf ettirmeye başlarsın, eğer edeceksem... Ya da itiraf etmeye, sen, eğer etmen gerekliyse... Ben senin neleri itiraf edeceğini büyük bir kesinlikle söyleyebilirim mesela şu anda... Ve hepsi izlenimlere değil kanıtlara dayanır... Ama sen, mesela benim, varoluşçu olmamla ilgili bir itiraf yapmam konusunda, kanıtlar üzerine hiçbir şey söyleyemezsin...
Yani demek istediğim: Kanıt olmadan felsefe olmaz... Günlük hayat düşünüşleri dışında konuştuğumuza göre; düşünce diye bir şey olmaz...
“Concepts of existentialism are simple:
Mankind has free will. (Bu da mı sana bir şey hatırlatmıyor...)”
Bu bana bir şey hatırlatıyor tabii. Ama doğduğumdan beri aklımda olan şeyi hatırlatıyor. Varoluşçuluk bu mu? Cidden basitmiş
“Life is a series of choices (Creating stress bence!!!).”
Bence değil... Özgürlük stres yaratır, evet; ama korkaklarda sadece...
“Few decisions are without any negative consequences. (Ya bu sana ne diyor...)”
Valla hiçbir şey demiyor. Kişisel düşünce bu... Asla felsefe değil... Bir tane olumlu sonuç bu “decisions”ları yok eder... O nedenle, negatif çoktur ama pozitiften güçlü değildir, demeyen felsefe tek taraflıdır derim ben... Artık sen varolmayışçılık mı dersin, ne oluşçuluk dersin bilmem... Ben adını koymadım henüz... Adını çocuk doğduğunda koymazsın, doyduğunda koyarsın... *
*
Sartre, varoluşçuluk adından hoşlanmadığını, bu adın bir şey ifade etmediğini düşündüğünü, üzerine yapıştığından kabul etmek zorunda kaldığını söyler.
“Some things are irrational or absurd, without explanation.!!!
“Without explanation” Açıklama olmaksızın...
Acaba açıklama gerçekten de yok mu, yoksa biz mi açıklayamıyoruz. Hayatı açıklamak felsefenin şartıdır. Mantıksız ve absürd sonuçlara varmak kafadan atan öğrenciden kopya çekmek gibi bir şeydir.
Bu, felsefenin, birçok filozofun en sevmediğim özelliği... Kendi öznel hayat felsefesini insanlığın felsefesi diye yazmış adam... Benim tek bir günüm adamı yalanlıyorsa bitmiştir... İnananlara acırım...
“If one makes a decision, he or she must follow through.!!! (Bu sana neler hatırlatıyor...)”
Bu bana bir şey hatırlatmıyor... Sen bana ne hatırlatacağını düşündün...
“Ne merak ediyorum biliyor musun varoluşçuluk sence ne demek ve seni bu kadar neden korkutuyor...”
Varoluşçuluğun bence bir şey olması gerekiyor mu...
Beni korkuttuğunu nerden çıkardın...
Ben sorularla felsefe yapıyorum ama sen sorusuz, izlenimlerle geldiğin yargılarla sonuca varmışsın...
Böyle düşünce olsun tabii... Ama olmaz olsun...
“Ha çok inançlısındır o zaman anlarım seni... Çünkü o zaman sorgulamayı zaten yapamazsın... Ve ben o zaman sana ve fikirlerine sadece saygı duyarım... Ve yolun açık olsun derim... Ama çizgi değiştirmeni tavsiye ederim... Bak benim çizgim belli... Deviasyonları az yaşarım... En başta yaşadım tabii ki... Ama senin dışarıya çok ketum bir tutumun var... Özgür bırak içindeki seni...”
İnançlı olan sensin farkında mısın... Tam bir inançlısın... Başkasına, fikirlerini bilmeden, hangi inançtan olduğunu dinlemeden-anlamadan tavsiye verecek kadar katı inançlısın... (Tamamen yazdıklarından hareket ettiğimi, dikkat edersen görürsün... Asla farz etmiyorum yani. Çünkü farz değil bana farz etmek)
“Çizgim belli...”
“Deviasyonları az yaşarım...”
İşte inançlı olmak...
Ve özgür olmamak...
Felsefe bu mu....
Bir de bana özgür bırak içindeki seni, demen
Komiksin.
“Niye özgür olmak için Celine veya Bukowsky okuyorsun peki...“
Özgür olmak için okumuyorum ki... ben böyle bir laf etmedim ki...
Desteksiz laflar felsefede, bırakalım felsefeyi, insanın düşünüşünde nasıl yer bulur...
Varoluşçuluk ne diyor bu konuda...
Bence kendini özgür bırak... İstekliysen tam adamına çattın
KADIN: İtiraf edeyim sabah saat 09.00'da aldığım en güzel mesaj... Senden böyle bir mesaj beklemiyordum... Vurguladığın noktalar güzel... Senin gibi ketum bir adamdan beklemiyordum... Bu da senin düşündüğünü gösteriyor... Bu benim tam aradığım ŞEY Şimdi gerçekten çok mutlu oldum... Hadi ben varım özgür çocuk...
Ketumluk üzerinden devam ettim ve sonra çok iyi arkadaş olduk bu kadınla. Bana inandı. En karşı olduğu konularda bile beni ağzı açık dinledi.
25.
(…)
KADIN: Midemi bulandırıyorsun.
BEN: Hamilesin çünkü benden, fark et.
26.
(…)
BEN: Egoist kadının çocuk doğurmasına karşıyım, benden çocuk doğurmasına tamamen karşıyım.
KADIN: Ben de düşüncesiz erkeğin baba olmasına. Biliyorum ki beni nasıl düşünmüyorsa ilerde çocuğunu da düşünmeyecek. Böyle bir erkek tohumlarını asla içime bırakamayacak.
BEN: Karnında çocuk varken ya da daha sonrasında seni aldatana kadar çoğu erkek senin için kendi hislerini yok sayabilir. Kendine güvenen ve çocuğuna da bu güveni verecek bir erkek istiyorsan, o erkek sana kendi duygularından söz edecektir. İleride çocuğunun babası olacak kişinin duygularından.
Kitap gibi adam…
27.
BEN: Para kazanmak gibi değil mutlu olmak. Para kazanıyorsan başkasının parasını kazanıyorsundur ama mutlu olmak için başkasının mutluluğunu çalmaya gerek yok.
28.
KADIN: Düşündüm de sabah akşam düş kırıklıklarıyla beslenen bu kuşağın insanlarından biri olarak, hayata karşı bu kadar acımasız ve umarsız olman sanırım o kadar anlaşılmaz bir şey değil… Böyle düşünmek beni rahatlattı… Tamam tamam hemen oklarını sivriltme, öylesine yazdım.
BEN: “Hayata karşı bu kadar acımasız ve umarsız olman.”!! “Umarsız” çaresiz demek biliyorsun değil mi?
KADIN: Hayır böyle bakmamıştım, umarsızlık bana daha çok bencilliği çağrıştırıyor.
BEN: Umursamaz demek istiyorsun.
KADIN: Evet ifade etmek istediğim aslında oydu.
BEN: İkisi ayrı kelimeler.
KADIN: Meleyerek konuşacağım yazar hiç olmazsa Ahmet Oktay falan olsaydı.
…..
BEN: Kötüye mi dikkatin çekilir hep?
KADIN: İyinin üzerinde durmaya gerek var mı? Olması gereken ya da ümit edilen hep odur. Yolunda gitmeyen şeyler üzerinde durmak gerekmez mi…
BEN: Yolunda gitmeyenin üzerinde benimle duracaksan, iyiyi unutmaman gerekmez mi, yoksa durmazsın.
KADIN: Haklısın. Belki de en son yaşanan en çok akılda kalan. Beynin bir oyunu değil mi bu.
BEN: Beyin senin, oyunu sen oyna.
KADIN: Belki de yetersiz kaldığım şeyleri bu kadar fütursuzca yüzüme vurmasan seninle daha rahat hissedebilirim kendimi. Belki inceliklere duyduğum gereksinim. Belki de yine beyin.
BEN: Güçsüz yönlerinin görülmesinden korkar mısın?
KADIN: Evet.
BEN: Bunu gösterebileceğin birine âşık olursun.
KADIN: âşık olur muyum bilmiyorum ama sanırım daha çok güven ve sevgi hissederim.
BEN: Ben de güçsüz yönlerini karşımdakine karşı kullanmayacağımın bilinmesini isterim. Ama bu onları kabul etmem anlamına gelmemeli.
KADIN: Bu benim gösterebilme lüksümün içinde barınan bir gereklilik zaten.
BEN: Bu, insanların bana aşk ve nefret duygularını aynı anda hissedebilmelerinin açıklaması.
KADIN: Nefret, barındırmadığım bir duygu. Kinci değilim.
BEN: Neden demin ilk cümlelerinden biri aramızdaki gergin bir sohbeti hatırlatmak oldu o zaman! Pardon yine mi güçsüz noktan üzerine geldim!
KADIN: Aslında yeterince açık davranmıyorum.
BEN: Devam et.
KADIN: Sende insan olarak hissettiğim kendine dönük bir kararlılığın ve dinginliğin var. Kendi alanında ve dışında sınırlarını bilmiyorum, çok mutlu olduğun, hiçbir sorun barındırıp taşımadığı ya da yaşamadığın… Böyle bir insan var mı gerçekten bilmiyorum. Henüz tanışmadım ama. Bunu gerçekten böyle yaşamış ve felsefe haline getirmiş insanların nedense fazla derine inemeyeceği ya da inmek istemeyeceği gibi bir önyargım var. Hiç acı çekmemiş ya da çekememiş, mutlu olmak ve bunu korumak adına her türlü ayrıntıdan ve söylemden kendini uzak tutmayı ilke edinmiş bir insanın hayatın kıyısında yaşadığını düşünürüm. Orası da gerçekten uzaktır ve seni yüzeyselliği ile oyalar.
BEN: Kısaca şunu desene: "Sana dürüst davranacağım, ben dürüst biri değilim."
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder