“İnsanın
insana katlanması zordur, biz Japonlar bunun için afyonu icat ettik, siz
Avrupalılar aşkı.” (Malraux)
İNSAN NASIL ANLAŞAMAZ?
Cemal
Süreya “Folklor Şiire Düşman”da bir yaşlı adama, karısından neden ayrıldığını
açıklar: “Anlaşamadık...”
Yaşlı
adam ona şaşkın şaşkın baktıktan sonra şöyle der: “İnsan nasıl anlaşamaz?”
İnsan nasıl
anlaşamaz...
*
Ev
resmi yapmasını isteyen bir çocuğa havalı olsun diye şato resmi yapar adam.
Çocuk bakar ve şöyle der: “Ne kadar beceriksizsin. Bir ev resmi yapamadın.”
*
Kingslay
Amis oğlu Martin Amis’in odasına girer, oğlu ilk yazı denemelerini eliyle
saklar. Martin Amis şöyle söyleyecektir yıllar sonra: “İlgisizdi, ilk romanımı
önüne atana kadar erken çabalarımı fark etmedi.”
“Kuşak
çatışması koşullanmadır. Şimdi Aristo burada olsa kuşak çatışması mı olurdu
aramızda.” (Çetin Altan)
*
Savaş
sırasında Avrupa’ya gelen Amerikan askerleri Avrupalı kadınları çok aceleci
bulduklarını söylerler. Halbuki Avrupalı kadınlar da Amerikan erkekleri için
aynı şeyi düşünüyordur. Farklılık kültürden kaynaklanıyordur: İlk buluşmada
öpüşme bir Avrupalı kadın için doğal bir olaydır ve sevişmeye gitmesi gerekmez.
Amerikalı erkekler için ise öpüşme sevişmenin kesin başlangıcıdır. Avrupalı
kadın erkekle rahatlıkla öpüşür bu da Amerikalı erkeğin Avrupalı kadına aceleci
demesine neden olur. Öpüştükten sonra sevişmeye gitmeyi isteyen Amerikalı erkek
de aynı şekilde Avrupalı kadın tarafından aceleci damgası yer.
*
-Sence
bi erkek evlenmeye nasıl ikna edilir?
-Bana
sorma cevabımı muhtemelen beğenmezsin...
-Olsun
söleee artık arkadaşız.
-Evlilik
kadını ve çocuğu koruyan onların tarafını tutan bir müessesedir. Bu konuda
erkek ikna edilmez ancak kandırılabilir:)))
-:))))
Çok iyi bi cevaptı peki nasıl kandırılır.
-Serbest
olmasına izin vereceksin...
-Evliyken
mi, evlenmeye nasıl kandırılır diyorum ben.
-Özel
durumlar giriyor araya, tek bir reçete yok...
-Neler
var mesela.
-Niye
evlenmek istemiyor, sen niye evlenmek istiyorsun bir de.
-Daha
özgür olmak için, başka kızların ilgisinden mahrum kalmamak için ve başka
kızlarla da sınırlı da olsa ilgilenmek için sanırım, ben de düzenli bi hayat
bebek ve oturmuş bi yaşam.
-Dediğim
gibi başta, serbest bırak sen de istediğini elde et, ama onu doğallığından
uzaklaştırıp olayı sadece daha çok kadın doğallığı olan bebeğe yöneltirsen
akıllı bir erkek evlenmek istemez....
-Serbest
bırak diyosun, serbest kalınca niye evlenmek istesin ki.
-Sen
bir bebeğe sahip olmak istiyorsun onun böyle bir yeteneği yok, yani bizim, o da
kadınlara sahip olmak istiyor, toplum seni haklı onu haksız buluyor, sen biraz
hak ver bari ona...
-Hımmmm
eeee serbest takılsın diyosun.
-Hayır
evlilik içinde serbest bırak demek istedim... Benim kız arkadaşım evlilik diye
diretirken peki sadece soyadını ver yeter demeye başladı.
-Yani
ne demek bu
-Çocuk
sevgisi aşktan üstündür demek.
-Benim
çıkmam lazım sonra yine sohbet ederiz
*
Mahkumlara
ayrı ayrı sorulur: Eğer ikiniz de birbirinizi ele vermez, sessiz kalırsanız her
biriniz birer yıl hapis cezası alacaksınız. Eğer arkadaşınızı ele verirseniz ve
o da sizi ele verirse, beşer yıl hapis cezası alacaksınız. Eğer sadece biriniz
diğerini ele verirse o serbest kalacak ve diğeri on yıl hapis cezası alacak.
*
Sunucu:
Sizin romanınız 5 yıl önceden böyle bir cinayeti öngördü mü? Siz kahin misiniz?
Yazar:
Hayır değilim, benim kahramanımla maktul arasında –kitabın tamamını okuma
şansınız olmadı sanırım- uzaktan yakından bir bağlantı yok.
Sunucunun
içinden şöyle dediğini düşündüm: Tüh! Anlaşsaydık iyi konu çıkardı buradan.
*
-Aa
biraz geciktim ama sen zaten ısmarlamışsın.
-Evet,
çünkü gelip de beni öyle hâlâ bekler ve garsonları geçiştirmeye çalışır halimle
görünce hissedeceğin suçluluk duygusundan kurtarmak istedim seni...
*
-Seni
kırmamak için beni kırdığını söylemeyeceğim.
*
“Beni
kırmamak için kaba davranmıştı. Böylece hem ona tepki gösterebilecek hem de
rasyonalizasyon süreçlerim devreye girdiğinde kendimi değil onu sorumlu
tutabilecektim. Çok nazik biriydi.” (Tarık Günersel)
*
Mazoşist
sadiste “vur bana” demiş. Sadist de yanıt vermiş “hayır”. (Alain de Botton /
Romantik Hareket)
Gerçekten, insan nasıl
anlaşamaz...
“Düşünce
dediğin önyargıları düzene sokmaktır.” William James
*
-İnsanlar
nasıl kuş avlayabiliyorlar, anlayamıyorum!
-Peki
balık avı konusunda da aynı şeyi mi düşünüyorsun?
-Hayır
canım, balık avlamak normal, ama kuş avlamak...
*
“İnsan
hem akıllı hem partideyse içten değildir. Hem akıllı hem içtense partide
değildir. Hem içten hem partideyse akıllı değildir.” (Hans Robert Jauss. Nazi
dönemi için.)
Ahmet
Seda’ya kırgın, çünkü Seda Ahmet’in en yakın arkadaşı Mehmet ile aralarını
yapmaya çalışmadı, arabuluculuğa soyunmadı. Ayşe’nin gerekçesi şuydu: 30 küsur
yaşında, aklı başında insanlar, kendi başlarının çaresine bakabilirler.
Arkadaşları
Fatma bu mantığı doğru bulur ve bunu söylemek için Ahmet’i arar, Seda’nın
arabuluculuk yapmamasına neden kızdığını anlamak istediğini söyler, bu konuda
Seda’yı haklı bulduğunu da ekler.
Ahmet
bu mantığı anlayamaz: Fatma, Ahmet ile Seda arasında arabuluculuk yapmakta ama
Seda’yı haklı bulduğunu söylemektedir. Haklı bulma nedeni arabuluculuk
yapılmasını gerekli görmemesidir!
*
“Parayı
severim. Para güçtür. Zenginlik güzel şeydir. Zengin olmak isterdim.”
Aynı
kişi, başka bir gün: “Şu ayakkabının tamiri için bu kadar para istenir mi?
İnsanlık öldü mü?”
*
A:
Sen çok iyi bir dostsun, birisini öldürsen bile seni ispiyonlamam.
B:
Sağ ol.
C:
Ben ispiyonlarım. Bir gün beni de öldürmeye kalkabilirsin.
B:
Ama bir dostuz.
C:
O kadar emin değilim artık. (TV dizisi Seinfeld)
*
Kadın
bir patlamada ölmüş olabileceği ihtimaliyle umut kesilen ama içgüdüleri
sayesinden yaşadığını hissettiği savaş muhabiri kocasını savaşa gizlice gidip
kurtarır. Filmin sonunu ben şöyle yazdım: Adam kendini kurtaran karısını ilk
şoku atlattıktan sonra boşar.
-
Nasıl karını boşarsın, seni kurtarmak için hayatını tehlikeye attı o.
-
Evet. İki küçük çocuğumun annesinin hayatını tehlikeye attı.
*
Goethe
ve Schiller tüm gece şöminenin başında oturmuşlar ve tek kelime konuşmamışlar
sonra da “sohbet çok güzeldi” demişler.
Hikayeyi
aktaranın yorumu: “Yalnızlık insanın içinde.”
Başka
yerlerde de dediğim gibi: Bunlar farklı akıl yürütmeler değil, yanlış akıl
yürütmelerdir.
*
“Reklamcılık
bir savaş ve bu savaşta markaların savaşıysa savaşta her yol mübahtır. Ama o
ince doz çizgisini ayarlamak suretiyle...”
Her yol
mubah mı, yoksa bir “ince doz çizgisi” var mı?
Bir kişinin
iki zıt görüşte olamayacağını düşünüyoruz ve cümlelerinin tutarlılığından değil
ama gidişatlarından ikinci görüşte olduğunu anlıyoruz.
*
-“Bizler
umutsuzluğun olduğu yerde, umudumuzu kaybetmeden yürüyenlerdeniz. Her yolda
çakıllar, her durduğumuz yerde çakallar olsa ne yazar, ya ölümüne severiz ya da
tek kalemde sileriz.”
-Kimin
bu?
-Bilmiyorum
ama hoşuma gitti, hatta kullanayım.
-Sakın
kullanma.
-Neden?
-Kötü
çünkü. Edebiyat yapmaya çalışmış ama esas felsefi açıdan çok kötü.
-Sana
göre öyle olabilir, ben sevdim.
-Neden
kötü bulduğumu sormayacak mısın, sevdiğin bir şeyi? Evet, sevdiğin için
sormayacaksın!
“Bizler
umutsuzluğun olduğu yerde, umudumuzu kaybetmeden yürüyenlerdeniz.” cümlesiyle…
“ya da tek kalemde sileriz.” cümlesini aynı kişi söylüyorsa, onda bir bilinç
yarılması durumu muhtemeldir... En iyi olasılıkla, umut kelimesinin anlamını
bilmiyordur...
*
Anlış Yanlama
-Kendini
anlatmak! Ne kadar doğal ve yalın olunabilir... Marquez´in dediği gibi
“anlatmak için yaşamak” gerekiyor...
-Marquez
“anlatmak için yaşamak” gerekiyor mu diyordu! Ben şundan söz ediyor sanmıştım:
Anlatmak amacıyla yaşamak...
*
Bir
fıkra:
-Bu
adamdan şikayetçiyim Hakim Bey, çünkü bana zenci olduğunu söylemeden benle
ilişkiye girdi.
-Ama
kızım, söylemesi mi gerekiyordu!!
-Öyle
demeyin Hakim Bey, ilk zamanlarda insanın gözü aşktan başka bir şey görmüyor...
*
-
Yanlış numara.
-
Peki telefonu niye açıyorsun kardeşim yanlış numaraysa!
*
John
Lennon’ın katili: “Yaşasaydı beni anlardı.”
*
“İnsanoğlunun
düzeleceğine inanmıyorum, cümlesini kurduğum için beni eleştirenlere bana bu
cümleyi kurdurtan etmenin “insan”ın ta kendisi olduğunu anımsatmak isterim.”
(Yazar)
Yazarın,
mantığını “insanın ta kendisi” diye açıklaması, Behiç Ak’ın bir karikatüründeki
insana söylettiği şu mantığa çok benzer: “Tabii ki insan haklarına inanıyorum
ama onlar insan değil ki!”
*
“Sağ
gösterip sol vurdum sanıyorsun halbuki ben solağım.”
*
-Akıllı
ve güzel bir kadınım. Bu nedenle herkes bende hatalar aradı. Şu anda bana hak
veriyor, beni anlıyor gibi duruyorsun ama sen de bende hata arıyorsun.
-Şu
an sen bende hata arıyorsun.
*
-
Bana neyi söyleyip neyi söyleyemeyeceğimi söyleyemezsin...
-
Sen de bana...
Nasıl insan
anlaşamaz...
“Psikanaliste
fazla konuşmasın diye para ödenir, çünkü konuşmak dinlememenin bir yoludur.”
(Adam Philips / Dehşetler ve Uzmanlar.)
*
-
Senin hakkında kötü düşünebilirim. Ama düşünmüyorum.
-
(“Ama düşünmüyorum”u beklemeden, karşıdakinin söylediği ilk cümleye hemen
atlar:) Yanılıyorsun.
-
Yani senin hakkında kötü mü düşüneyim!?
*
“Konuşma
yeteneği insana düşüncelerini gizlesin diye verilmiştir.”
Filmden:
-Sizi
bağlamalıyım aslında, başınıza ne geleceği beni ilgilendirmiyor ama daha kısa
diye dağ yolundan gidip de çığa yakalanırsanız sağ kalanlarınızı kurtarmak için
vakit kaybetmek zorunda kalırım.
-Sağ
kalanlarımızı kurtarmak mı! Demek başımıza ne geleceği seni ilgilendirmiyor!
*
-Bana
dokunman hoşuma gitmiyor.
-Özür
dilerim, ben sadece...
-Çünkü
bana dokunman hoşuma gidiyor.
*
“Zihin
önemli düşünceleri en hareketsiz olduğu sıradan zaman dilimlerinde üretir.
Konuşurken düşünmek zordur.”
-Tatlı
yapmasına gerek yok annemin. (Anne oruçlu, hasta, ayakta durmaması lazım, tatlı
da çok gerekli değil, ev yiyecek dolu.)
-Olunca
yiyorsun ama!
“Olunca
yiyorsun ama!”
Haklı
gibi gözüküyor değil mi? Sanki “lafı gediğine koymuş” gibi... Olunca yemese,
sevmese annesini düşündüğünü kesinleyemeyiz, ama tam da olunca yediği, sevdiği
için bu durumda annesini düşündüğü kesin. Yani “olunca yiyorsun ama” lafı bir
safsata.
*
Mahmut
Temizyürek ilk kez fil gören iki uyanık bilgicin konuşmasını aktarıyor: “Nelere
bak nelere?” Öbürü daha pişkindir: “Öyledir onlar öyledir.”
*
Telefonun
çalmasıyla uyanıyorum, yetişemiyorum. Arkasından cep telefonum çalıyor.
-Evde
değil misin?
-Evdeyim.
-Numaran
0216... değil mi?
-Evet,
uyuyordum.
-A,
özür dilerim.
-Önemli
değil.
-Ama
saat öğlen 1 yani.
-Ama
ben bütün gece uyumadım.
-Ama
ben bunu bilemezdim.
-Zaten
ben de bir şey demedim...
*
“Kimse
birbirinin tam ne dediğini dinlemez, kendi çağrışımları aracılığıyla
yorumladıklarını dinler.” (Sırma Köksal)
1.
Rumeli
Feneri. Hafta içi. Öğlen. İlkbahar. Tepedeki çay bahçesinden karşı kıyılara,
mendireğin içindeki teknelere bakıyoruz. Arkadaşım teknelerin aksinin ne kadar
net olduğunu gösteriyor. Garson arkamızdan, “Aylardır buradayım, söylediğiniz
ilk defa dikkatimi çekiyor.” diyor. Bilgili, kitap okumuş, hafızası güçlü,
biraz kızgınca heyecanlı, memleketinden kısa bir süre için gelmiş, yardım olsun
diye garsonluk yapıyor, dönecek. Adı Hüseyin, sonradan adını Teknelerin Aksi
Hüseyin koydum.
Hüseyin:
Işığı olmayanın gölgesi de olmaz. Gölgenin en uzun olduğu zaman güneş doğarken
ve batarkendir.
Ben:
Belki ışığın nereden geldiği önemlidir. Hiç gölgemiz olmadığı zaman güneşin tam
tepemizde ve en yoğun ışık gönderdiği andır...
Hüseyin:
O zaman ekvatorda olmalıyız ama. Zaten her ışık güneş değildir.
2.
-Yanılıyor
olabilirim.
-Sen
de yanılıyor olabileceğini düşünüyorsun zaten, sorun yok.
-Sanki,
yanılmış olduğumu düşünmüşüm gibi söyledin!
-E,
değil mi!
-Sormuyorsun.
-Yo, soruyorum.
-Yo, soruyorum.
-Yo,
sormuyorsun.
-Evet,
tamam, yanıldığını düşündüğünü düşündüm.
-Yanılıyor
olabilirim, diyorsam, bunun anlamı, yanılıyor olabilirimdir.
-Ama…
genelde… insanlar arasında…
Lafı
bağlamından koparıp kendi istedikleri tarafa çeken insanları suçlayan kişiler
bir kez daha düşünsün…
Bağlamından
koparmaya bile gerek kalmadan bunu yapanlar…
3.
-Şimdi ve burada en iyisi bence. O zaman ve oradaya
çok takılmamak gerek.
-Anı yaşa yani, bu felsefeye karşı bir metin kaleme
almaya hazırlanıyorum ben de. Anı yaşa ama şikayet etme olacak mantığı.
-Ben de aynen, benim felsefem şu, yaşam çok kısa,
anı yaşa… süpeerrr yaşadığın an sadece bu andır
-Hahah benimki de şöyle: Yaşam kısa anlamlı yaşa.
-Pişti o zaman.
-Hayır canım ya, tam ters şeylerden söz ediyoruz.
-Ben neden aynı şeyi söylüyormuşuz gibi anladım.
-Anı yaşadın çünkü bakmadın ileriye geriye.
*
“Bütün
dolandırıcılar cümlelerine ‘dürüstçe’ sözüyle, bütün yalancılar da ‘açıkça’
kelimesiyle başlarlar.”
Bütün
söz kesenler de “sözümü kesiyorsun” cümlesiyle konuşmalarına sonsuza kadar
devam etmek isterler!
-Ne
güzel bir başlık.
-Neresi
güzel canım. Böyle başlıklarda... hem sonra... ve tabii ki... vs, vs...
-Bilmem
benim hoşuma gitmişti.
-Çünkü
duygularına hitap etmeye çalışmış ve başarmış da. Aslında bakarsan duygu
sömürüsünden farklı değil. Sonra... Üstelik… vs, vs, vs...
-Bugün
her şeyi eleştiriyorsun, kötü bir günündesin herhalde, ben sadece...
-İzin
verir misin biraz da ben konuşayım?
Yukarıdaki
gibi monolog meraklısı arkadaşlar, örneğin film çekebilirler...
“Sinema
izleyenlerin pasif olması nedeniyle vasat bir sanattır. Bir salonda bir
koltukta karanlıkta olmanız bir mesajla bombardıman edilerek iki saat
kımıldayamamanız bir derece daha aşağı bir konumda bulunduğunuzu gösteriyor.
Otomatik Portakal’dan: Deli gömleği giydirilmiş bir koltuğa bağlanmış başı
ekrana doğru çevrilmiş bakması için gözleri açık tutulmuş biri. İşte film
izleyicisi. Bunu kabul edemem.” (Micheal Tournier)
Ya
da bir duvara konuşup içlerini rahatlattıktan sonra insan içine çıkabilirler...
Aşağıdaki konuşma yan masada gerçekleşmişti, “Tavırlarını duyguları
zannettim...” başlığı uyar sanırım.
İki
kadın konuşuyor, biri diğerine sevgilisinden söz ediyor. Birlikte sinemadan
çıkmışlar, sevgilisine daha önceden sinirli olduğunu saklamıyor. “Nereye
gidelim?” diye sormuş adam.
-Fark
etmez. Ama açım.
-Ne
yemek istersin?
-Bilmiyorum.
-A
lokantasına gidelim ya da B kafesine...
-Her
şeyi neden bana soruyorsun? Kendin karar versene.
(Bayan
arkadaşına “Erkek dediğin karar verebilmeli” diye açıklama yapıyor. Adam eliyle
“aman boş ver” gibi bir hareket yapmış kendi kendine. Kadın atlamış hemen):
-Bana
bak, bana öyle hareketler yapma!
Karşıdaki
kadın çıt çıkarmadan dinliyor. Tek kelime bile etmiyor. İletişimi boş verin,
herkese böyle duvar kadar sağır arkadaşlar dilerim.
*
“Bu kadar ince hesaplar yapılmıyor,
biz şimdi oturup böyle felsefi düşündüğümüzde bunları ortaya çıkarıyoruz.” (Can
Ataklı)
*
-Konunun çevresinde dolaşıyorsunuz...
-Tabii ki çünkü konuya girersem beni
anlamayacak, anlamak mümkün değil de çünkü klasik bir şey söylemeyeceğim ama
inanmak, evet, bana inanmayacaksınız bile, o nedenle...
-O nedenle mi çevresinde dolanıyorsunuz.
-Tabii... Öyle bir bakışınızı yakalayacağım ki,
ilgili, bir cümle edeceğim, öncekinden daha yumuşak alacaksınız, belki sonra
bir cümle daha.. Ve böyle...
-Ama bu çok zor.
-Hiç olmamasından iyidir... Ama kavga etmek istiyorsanız...
-Kavga demezdim ben...
-Ama kavgadır. Kelimelerden korkmayınız...
Sizin o kelimeyi kullanmayacak olmanız, öyle davranmamızı engellemez. Olayın
kendisinden korkmalısınız, kelimesinden değil. Tabii siz korkmak kelimesini de
kullanmazdınız... Korkmak kelimesinden korkarsınız!!! Hayır, diyeceksiniz,
korkmak kelimesinden çekinirim...
-Evet, daha yumuşak oldu.
-Korkmak kelimesini yumuşatabilirsiniz
sanıyorsunuz. Korkmak korkmaktır.
Ama neden!?
“Savunma
mekanizmalarımı olabildiğince yıkmaya çalıştım.”
*
-Sınıfı
geçtim, ya sen?
-Hoca
bıraktı.
*
“‘Özür
dilerim’den sonra ‘ama’ denmez.”
-Üzerime
geldi, bana hakaretler etti. Sonra hiçbir şey olmamış gibi davrandı. Bir özür
dilemedi.
-Haklısın,
dilemeliymiş.
-Ayşe
de o aşağılayıcı lafları nasıl sarf etti, anlayamadım.
-Evet,
yapmamalıydı.
-Senin
de o günkü tutumun hiç doğru değildi.
-Ama
benim nedenlerim var.
“İnsan
kendine hayvan gibi davranıldığında ‘ama ben bir insanım’ diye bağırır, ama
kendisi bir hayvan gibi davrandığında ‘ne de olsa sadece insanım’ der.” (G.K.
Chesterton)
*
-Hep
başkalarının senden özür dilemesini istiyorsun, sen hiç onlardan özür dilemeyi
düşünmüyorsun.
-Sen
neden benden özür dilemiyorsun?
-Ben
niye özür dileyecekmişim ki!
*
İş
yerinde kadınları üst mevkilere atamaya can atıyordu, kadın erkek eşitliğine
inanmadığının kanıtıydı bu. (Alain de Botton / Romantik Hareket)
*
“İdare
ederim” (İnternetteki bir arkadaş bulma sitesinde bir üyenin kendi özellikleri
bölümüne yazdığı.)
“İdare
etsin” (Karşısından beklediği özellikler.)
İnsan anlaşamaz... ama
anlaşamaz mı!?
“İnsan
başkasına nadiren yalan söyler, yalan söylediği genelde kendisidir.” (Nietzche)
*
Terörist
başkentte yargılanacaktır. Kardeşi uzak şehirden gelir, başkentin oteli
teröristin kardeşini, protesto gösterilerinin hedefi olmaktan korktuğu için
reddeder. Adam buna çok kızar, kıyasıya eleştirir.
Aynı
adam, kardeşi iki haftalık tatilinde kullanmak için arabasını ödünç istediğinde
şöyle der: “Ama, bilemiyorum ki...”
*
Bir
gün oğluma baktım. Ben sahnede trompet çalıyordum, o sahne gerisinden
izliyordu. Bana bakmadığını fark ettim, piyaniste bakıyordu. Onun oğluymuş gibi
bakıyordu hem de. Orada kıskançlık damarım çatlasaydı herhalde ya hiçbir şey
olamazdı ya da daha iyi bir piyanist olurdu...
İnsanlaşamaz mı?!
“İnsanların
ne düşündüğünü bildiğimizi sanırız çünkü onları umursamayız.”
*
“Yazar,
arkadaşıyla karşılaşır, hep kendinden bahseder, sonra der ki hadi bakalım biraz
da senden bahsedelim, söyle, son kitabımı nasıl buldun?” (Erich Fromm narsis
kişilikten söz ediyor.)
*
Bir
köpeğin düşünce tarzı: Birlikte yaşadığım bu insanlar beni besliyor, seviyor,
sıcak tutuyor ve bana çok iyi bakıyor... Bunlar Tanrı mı ne...
Bir
kedinin düşünce tarzı: Birlikte yaşadığım bu insanlar beni besliyor, seviyor,
sıcak tutuyor ve bana çok iyi bakıyor... Ben Tanrı mıyım ne...
*
Birkaç
zamandır araşmadığımız bir arkadaşım elektronik posta atıyor: “Hiç aramıyorsun,
ne olup bittiğini de merak etmiyor gibisin.”
-Kusura
bakma, arayamadım, babam öldü!
-A...
Çok üzüldüm... Başın sağ olsun...
-Üzülme,
kimse ölmedi, benim de hayatımda birşeyler olup bitiyor olabilir, bunu fark
edebilmen için öyle söyledim!
*
(Dolmuşta)
-Camı
açar mısınız?
-Ama
bana çok esiyor.
-O
zaman yer değiştirin.
-Siz
de şuradaki açık cam kenarına geçebilirsiniz ama.
-Ama
biz iki kişiyiz.
-!!!
Ne yani? Döver misiniz!?
*
Kadın:
Beni tahrik edebilir misin bilmem.
Erkek:
Beni tahrik edebilen her kadını ederim.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder